28 Kasım 2007 Çarşamba

KÖTÜLÜK YAPANA KARŞI NASIL DAVRANMALI?

Kötü işe engel olmanın dereceleri vardır. Bunlar şunlardır:
Birinci derece. Kötü işi yapan kimsenin halini bilmektir. Onun gerçekten günah üzere olduğunu bilmelidir. İş, araştırmaya lüzum kalmayacak kadar açık olmalıdır. Kötü iş yapıyor mu, diye kapı ve pencerelere kulak vermemeli, komşulardan sormamalıdır. Elbisesinin altında bir şey saklıyorsa o nedir, diye bakmaya çalışmamalıdır.
İkinci derece. Kötü işi yapana onun kötülüğünü anlatmaktır. Çünkü bir kimse yaptığı işin dinen yasak olduğunu bilmeyebilir. Nitekim bazıları namaz kılarlar, rükû ve secdeleri tamam yapmazlar. Böyle bir namazın kabul olmayacağını bilseler yapmazlar. O halde böylesine, kusurunu göstermek ve doğrusunu öğretmek lâzımdır. Öğretirken de tatlı ve yumuşak söylemeli, karşıdakini üzmemelidir.
Üçüncü derece. Vaaz ve nasihattir. Kötü işi yapan kimseyi yumuşak bir dille uyarmalı, önce sert söylememelidir. Kötü işin haram ve zararlı olduğunu yumuşak dille anlatamayacağını anlayınca, âyet ve hadislerde geçen azapla onu korkutmalıdır.
Dördüncü derece. Kötü iş yapanı kınamak ve sertçe uyarmaktır. Bunda iki edep vardır: Biri, eğer yumuşak söylemek yeterli oluyorsa fena söylememelidir. Diğeri de kötü iş yapana, sövmemeli, çirkin laflar söylememelidir. Ona durmadan zalim, fâsık ve ahmak gibi kelimeler kullanmamalıdır.
Kötü iş yapana kınama ve sert söz faydalı olacağı zaman caiz olur; fayda vermeyeceğini anlayınca, yüzünü asarak yanından ayrılmalıdır.
Beşinci derece. Kötü işe el ile mani olmaktır. Bunda da iki edep vardır: Birinci edep, mümkünse günah işleyen kimseye, o işten vazgeçmesini söylemelidir. İkinci edep, bunu yapmazsa onu yanından dışarı çıkarmalıdır. Buna gücü yetmezse kendisi çıkıp gitmeli, kötü işe seyirci olma-malıdır.
Altıncı derece. Kötü iş yapanı, tehdit ederek kötü işten vazgeçirmektir. Bunun da iki edebi vardır: Birincisi, caiz ol-mayan bir şeyle tehdit etmek doğru değildir. Meselâ elbiseni yırtarım, evini yıkarım, çocuklarının canını yakarım gibi. İkincisi, yapabileceğini söylemeli, yalan söylememelidir.
Yedinci derece. Kötü işi yapan kimse terbiye ve sorumluluğu altında olan biri ise yukarıdaki yöntemler fayda vermeyince, ona ceza verebilir. Buradaki ceza verme, edep verme mahiyetinde olup ciddi şekilde yaralama, kırma, bayıltma gibi bir sonuca götürmemelidir. Ceza, ihtiyaç olduğu kadar caizdir. İhtiyaç vakti, kötü işi yapan onda ısrar ettiği, ikaz ve sözün fayda vermediği zamandır. Kötü işten vazgeçerse ceza verilmez. Cezalandırmaktan gaye, hırs çıkarmak, intikam almak değil, edep vermek ve karşıdaki insanı tehlikeden kurtarmaktır.
Sekizinci derece. Kendini aşan durumda kötülük yapan kimseyi, çevrenin yardımı ve yetkili makamların des-teğiyle vazgeçirmeye, kötü işe engel olmaya çalışmalıdır. Bu safhaya gelince, her türlü tedbir alınabilir. Kötü İşi ortadan kaldıracak her çareye başvurulabilir. Ancak devletin yapması gereken tedip, tehdit ve tedaviyi şahıslar uygulayamaz. Eğer yapılan kötü iş, şahsın bizzat kendisine zarar veriyor, malını telef ediyor, çevresine korku salıyorsa, yetkili makamlara ulaşma imkânı olmayınca, kişi kendi tedbiri ile onu önleyebilir.
Kısacası insanlara karşı daima yumuşak davranmak, hatalarını gördüğünde, bu hatalarını son derece yumuşak bir ifadeyle ve onları üzmeyecek bir tarz ve üslûpla söylemek gerekir. İnsanları ikaz ederken de aynı üslûbu uygulamak müslümanın prensibi olmalıdır.
İYİLİĞİ EMİRDE ÖNEMLİ BİR HUSUS
İyiliği emir ve kötü işleri yasaklayan kimse şunu bilmelidir: Bu iş, dinin bir emrini yerine getirmektir. Bir müslüman kendisi tam olarak dinin emirlerini yerine getiremiyorsa bile, dine göre kötü olan işleri yapanı usulünce sakındırmalıdır. Çünkü bir kimse hiç günah işlemeyip sonra iyiliği emir ve kötü işleri menedeyim dese bu vazife hiç yapılamaz. Zira peygamberler hariç, hiç kimse günah ve kusurdan masum değildir. Bir insanın, âlim bile olsa tüm iyilikleri yap-ması ve kötü olan şeylerin tamamından kendini alıkoyması hemen hemen imkânsızdır.
Mükellef olan insan, iki şey ile emredilmiştir: Günahı terk ve başkasını günah işlemekten alıkoymak. Bu iki görevden birini yapmamak, diğerini de yapmamayı gerektirmez. Bir şeyin hepsine ulaşılamıyorsa tamamen de terkedilmez.
Hz. Peygamber'e (s.a.v). "Önce kendimiz amel etmedikçe iyiliği emredip kötülükten sakındıralım mı?" diye sorulunca, "Hepsini yapamazsanız da iyiliği emir ve kötü işlerden sakındırma işini terketmeyiniz" buyurdu.33
Enes b. Mâlik'ten rivayet edilen bir hadiste şöyle bir hüküm bulunmaktadır:
"Biz Allah'ın Resûlü'ne, 'Ey Allah'ın Resûlü, biz iyiyi tamamen işlemedikçe emredemez miyiz? Kötülükten tamamen sakınmadıkça menedemez miyiz?' diye sorduk. Resûlullah şöyle buyurdu:
"Siz iyiliğin tamamını işlemeseniz dahi iyiliği emrediniz. Siz kötülüğün tamamından sakınmasanız dahi kötülükten sakındırınız."34
Saîd b. Cübeyr (r.a) der ki: "Hiç günah işlemediğimiz zamanı bekleyip iyiliği emir ve kötü işlerden sakındırmayı ertelesek, hiçbir zaman bu işi yapamayız."35
33 Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, 7/277; Beyhakî, Şuabü'l-imân, nr. 7570; Ali el-Müttakî, Kenzü'l-Ummâl, nr. 5522,
34 Taberânî, el-Mu'cemü'l-Evsat, nr. 6624.
35 Gazâlî, İhya, 2/1203; Kimyâ-yı Saadet, s. 350.
Hasan-ı Basrî'ye, "Bazıları, 'Kendinizi bütün günahlardan uzaklaştırmadan, halkı dine davet etmeyin diyor, buna ne dersiniz?' diye sorduklarında hazret, "Böyle düşünüp ve onu güzel bulup kötü işlerden sakındırmayı terketmek ancak şeytanı sevindirir. Zaten o da bunu ister."36
İbn Nüceym el-Eşbâh ve'n-Nezâir adlı kitabında şöyle der:
"Yasaklardan, zararlardan kaçmak, iyi ve faydalı şeyleri yapmaktan daha önce gelir. Hadis-i şerifte,
'Yapılmasını emrettiğim şeyleri gücünüz yettiği kadar yapınız. Yasak ettiklerimden ise tamamen sakınınız' 37
buyruldu."
Hasan-ı Basrî (r.a) şöyle demiştir:
"Size haram edilen şeylerden, insanların en çok sakı-nanı olunuz. Emredildiğiniz şeyleri de en iyi şekilde amel etmeye çalışınız. Yapacağınız işler zararlı ve faydalı olmak üzere iki kısma ayrılır. Siz faydalı olanına yönelerek bu hususta kendinizi kontrol ediniz."38
Ebû Tâlib el-Mekkî (k.s) der ki: "Allah Teâlâ'nın beğenmediği ve yasak ettiği bir işten sakınmak, Allah'ın beğendiği yetmiş şeyi yapmaktan daha hayırlıdır."
Süfyân-ı Sevrî'ye (k.s), "Kişi, sözlerini dinlemeyeceğini bildiği birine iyiliği emretmeli midir?" diye sorulunca şöyle demiştir:
"Evet, etmelidir ki Allah katında mazur olup mesul olmasın."
36 Gazâlî, Kimyâ-yı Saadet, s. 350.
37 Müslim, Fezâil, 37; İbn Mâce, Mukaddime, 1. 38 Ahmed b. Hanbel, Kitâbü'z-Zühd, s. 260.

HAYRA DAVET GÖREVİ İHMAL EDİLİRSE
Hayra davet görevi bazılarına resmen verilmiştir. Bunların görevlerini yerine getirmeleri farz-ı ayndır. Görevlerini yapacaklardır. İhmalleri kendilerini günaha götürür.
Bir kısım müslümanlar üzerine ise farz-ı kifâyedir ki yerine getirildiği zaman sevap kazandırır.
Bir toplumda iyiliği emreden, kötülükten menedenler olmazsa giderek kötü işler birer kural haline, bir yaşama biçimi haline gelir. Şeytanlar hak ile bâtılı karıştırır, doğruyu bozarlar; insanlara Allah'ı unuttururlar. Zira görevin ihmali, inanç ve ahlâk bakımından, toplum yapısını değiştirecek boyutları bulmaktadır. Bu ise inanç sahiplerini, nesilleri açısından endişeye düşüren en büyük tehlikedir.
İyiliği emredip kötülükten nehyetmek bir bütün olup biri birinden ayrı düşünülemez. Yani, bir müslüman sadece iyiliği emretmekle iktifa etmeyip, usulüne uygun olarak kötülüğe de engel olmak zorundadır. Kötülüğe engel olunmadığı takdirde, kötüler kendilerinde kuvvet bulur ve hiçbir mahzuru yokmuş gibi kötülüklerine devam ederler. Bunun içindir ki Allah Teâlâ, müslümanlardan iyiliği emretmelerini isterken, kötülüğe de engel olmalarını istemektedir. Kötülüğe engel olmadıkları takdirde ise kötülerle birlikte masumları da yakacak bir musibetin geleceğini haber vererek,
"Bir de öyle bir fitneden sakının ki o, içinizden sadece zulmedenlere erişmekle kalmaz (umuma sirayet ve hepsini perişan eder). Biliniz ki Allah'ın azabı şiddetlidir"39 buyurmuştur.
39 Enfâl 8/25.
Diğer bir âyet-i kerîmede ise,
"İsrâiloğulları'ndan kâfir olanlar, Davud ve Meryem oğlu İsâ diliyle lanetlenmişlerdir. Bunun sebebi, söz dinlememeleri ve sınırı aşmalarıdır."40
İslâm'da köşesine çekilip kimseye karışmamak doğru değildir. Her müslüman gücü nisbetinde İslâm'ı öğretmek ve yaymakla yükümlüdür. İyiyi emretme ve kötüyü menetme görevi çeşitli vasıta ve usullerle yapılabilir. Herhangi bir kötülüğü kuvvet kullanarak ortadan kaldırmak mümkün olduğu gibi, vaaz ve nasihat ederek dille yapmak da mümkündür. Bunları yapmaya gücü yetmeyen kimsenin kötülüğü istememesi, kalben bunu kötü görmesi ve buğzetmesi ile de bu görev yapılmış olur.
HZ. PEYGAMBERİN (s.a.v) UYARISI
Aklen ve dinen iyi bilinen, yararlı olduğu görülen şeylerin yaygınlaştırılması, herkesin bu iyi ve yararlı işlerden istifade ettirilmesi hususunda fert ve toplum olarak bir gayret ve çabanın içine girilmesi, yine fenalığı ve zararı dinen, aklen bilinen ve görülen şeylerin ortadan kaldırılması, za-rarından insanların korunması hususunda herkesin uyanık olması ve gayret sarfetmesi gerekmektedir.
Kur'ân-ı Kerîm kötülüğe ve kötülere engel olunmadığı takdirde, iyilerinde onlarla beraber sorumlu tutulacaklarını ve helak olacaklarını şu âyet-i kerîme ile bizlere haber veriyor:
40 Mâide 5/78.
"Bir de öyle bir fitneden sakının ki o, içinizden sadece zulmedenlere erişmekle kalmaz (umuma sirayet ve hepsini perişan eder). Biliniz ki Allah'ın azabı şiddetlidir."41
İyiliği emretmek, kötülüklerden alıkoymak sorumluluğunun ağır bir yük olduğunu Hz. Peygamberin (s.a.v) aşağıda aktaracağımız birçok sahih hadisi de ortaya koymaktadır:
Bir defasında Allah Resulü (s.a.v) şöyle buyurdular:
'Yeryüzünde bir kötülüğün varlığı bilindiğinde, onu gören kişi onu kötü karşılarsa onu görmemiş gibidir. Onu görmediği halde ona rıza gösteren ise onu görmüş de ses çıkarmamış gibidir."42
Buna göre, kim bir kötülüğe şahit olur da onu eliyle veya diliyle reddetmekten âciz kalır ve kalbiyle onu kötü görürse o kötülüğü görmemiş gibi olur. Bir kimse de o kötülüğe şahit olmadığı halde ona rıza gösterirse o kötülüğe şahit olup reddetmeye imkânı olduğu halde rıza gösteren kişi gibi olur. Çünkü kötülüklere rıza göstermek günahların en çirkinidir. Bundan kurtulmanın yolu, o kötülüğü kalp ile reddetmektir. Bu her müslümanın üzerine farz olup hiçbir durumda bu sorumluluk üzerinden düşmez.
Diğer bir hadiste ise Allah Resulü (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Bir kimse bir günahın işlendiği yerde hazır bulunur da ondan nefret ederse sanki orada hazır bulunmamış gibidir.
41 Enfâl 8/25.
42 Ebû Davud, Melâhim, 17 (nr. 4345); Taberânî, el-Mu'cemü'l-Kebîr, 17/345; Tebrîzî, Mişkâtü'l-Mesâbih, nr. 5141.
Bir kimse de orada hazır bulunmadığı halde o günaha sevgi (meyil) duyarsa sanki o günah işlenirken hazır bulunmuş gibidir."43
Bu hadis-i şerif bir önceki hadis ile aynı anlamı taşımaktadır.
Burada şu husus ortaya çıkmaktadır: Günah ve kötülükleri kalp ile reddetmek hangi halde olursa olsun bütün müslümanlar üzerine farzdır. Ancak el ve dil ile reddetme sorumluluğu, buna güç yetirilebildiği takdirde gerekli olur. Ebû Bekir-i Sıddîk'ın (r.a) Resûlullah'tan (s.a.v) rivayet ettiği şu hadis-i şerifte olduğu gibi:
"Hangi toplumun içinde bir günah işlenir ve onlar onu değiştirmeye muktedir oldukları halde değiştirmezlerse onlara toplu olarak bir azabın gelmesinden korkulur!"
Bu hadisi Ebû Davud rivayet eder ve der ki: "Şu'be hadis hakkında şöyle demiştir: Bir toplumun içinde günah işlenirse onlar onu işleyenden daha fazla günahkâr olurlar."44
Bir diğer hadiste ise Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Bir topluluğun içinde günah işleyen bir kişi bulunur da onu değiştirmeye güçleri yettiği halde bunu yapmazlarsa ölmeden önce mutlaka Allah Teâlâ onları bir musibetle cezalandırır."45
43 Beyhakî, es-Sünenü'l-Kübrâ, 7/266; İbn Adî, el-Kâmil, 7/2686.
44 Ebû Davud, Melâhim 17 (nr. 4338); Tirmizî, Fiten, 8 (nr. 2168, 3057); ibn Mâce, Fiten, nr. 4005; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1/2, 5, 7; İbn Hib- bân, es-Sahîh, nr. 304, 305.
45 Ebû Davud, Melâhim, 17 (nr. 4339); İbn Mâce, Fiten, nr. 4009; Tebrîzî, Mişkâtü'l-Mesâbih, nr. 5143.

İmam Ahmed (rah) yukarıdaki hadisi şu lafızla rivayet eder:
"Bir topluluk içinde bir günah işlenir de onlar günah işleyenden daha çok ve güçlü oldukları halde onu değiştirmezlerse Allah Teâlâ onlara mutlaka umumi bir ceza verir."46
Resûlullah (s.a.v) diğer bir hadislerinde şöyle buyurmuştur:
İnsanların önlerinde açıktan günah işlenip bunu değiştirmeye güçleri yettikleri ve onu görmemezlikten gelmedikleri sürece, Allah Teâiâ belli kimselerin işlediği günahtan dolayı toplumun geneline azap etmez. Böyle yapmadıkları zaman, Allah Teâlâ onu işleyene de işlemeyene de (bütün topluma) azap eder."47
Ebû Saîd el-Hudrî'den (r.a) şöyle rivayet edilmiştir: Resûiullah'ın (s.a.v) şöyle buyurduğunu işittim:
"Allah Teâlâ kıyamet günü kulları hesaba çekecek. Hatta, 'Bir kötülüğü gördüğün zaman onu reddetmene ne engel oldu?' diye de soracak, Allah Teâlâ kula (cevap için) telkinde bulununca, kul da, 'Yâ Rabbi Senden (rahmetini) umut ettim ve insanlardan korktum!' diye cevap verecek. "48
Resûlullah (s.a.v) bir hutbesinde şöyle buyurmuştur:
46 Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 4/361, 363, 364, 366; İbn Hibbân, es-Sahîh, nr. 300, 302.
47 Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 4/192; İbnü'l-Mübârek, ez-Zühd, nr. 1352; Begavî, Şerhu's-Sünne, nr. 4155; İbn Hacer, Fethu'l-Bân, 13/14; Taberânî, el-Mu'cemü'l-Kebîr, 17/343.
48 İbn Mâce, nr. 4017; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/29; İbn Hibbân, es-Sahîh, nr. 7368; Ali el-Müttakî, Kenzû'l-Ummâl, nr. 5542; Tebrîzî, Mişkâtü'l-Mesâbih, nr. 5153.
"Dikkat edin! Bir kişinin insanlara karşı duyduğu çekinme (heybet), bildiği bir hakkı söylemesine asla engel olmasın!"
Allah Resûlü'nün bu sözünden sonra Ebû Saîd el-Hudrî (r.a) ağlayarak şöyle demiştir:
"Vallahi biz pek çok şey gördük ve söylemeye çekindik. Şunu iyi bilin ki bir hakkı söylemek ya da büyük bir şeyi hatırlatmak ne eceli yaklaştırır ne de rızkın uzaklaşmasına sebep olur."49
Ebû Saîd el-Hudrî'nin (r.a) naklettiğine göre Allah Resulü (s.a.v), "Herhangi biriniz kendisini hakir duruma düşürmesin" buy urdu. Biz,
"Ey Allah'ın Resulü! Bir kişi kendisini nasıl hakir duruma düşürür?" diye sorduk, şöyle buyurdu:
"Allah Teâlâ'nın bir emrini görür, orada kendisine söz söylemek düştüğü halde o konuda konuşmaz. Allah Teâlâ kıyamet günü ona, 'Benim hakkımda şunu şunu söylemene engel olan neydi?' diye sorar. Kul, 'İnsanlardan korkmuştum!' diye cevap verince, Hak Teâlâ, 'Asıl korkulması gereken ben değil miydim!' buyurur."50
Resûlullah Efendimiz de (s.a.v) ümmeti olan bizleri şöyle uyarmaktadır:
49 Tirmizî, Fiten, 62 (nr. 2191); İbn Mâce, Fiten, nr. 4007; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/5, 44, 46, 50, 71, 78, 90, 92; İbn Hibbân, es-Sahîh, nr. 275, 278.
50 İbn Mâce, Fiten, nr. 4008; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/30, 47, 73, 91; Beyhakî, Şuabü'l-İmân, nr. 7575; es-Sünenü'l-Kübrâ, 10/90-91; Ebû Nu- aym, Hilyetü'l-Evliyâ, 4/384.
İyiliği emrediniz. Bunu yapmazsanız Allah Teâlâ başınıza en fena şahıs ve işleri musallat eder; o zaman en iyileriniz dua eder de duaları kabul olmaz."51
ÂLİM ve SÂLİHLERİN UYARILARI
Allah Teâlâ avamın isyanı ile havassa azap etmez. Ne zaman ki isyan açığa çıkar ve o toplumun ileri gelenleri bu durumu düzeltmeye ve kötülükleri önlemeye güçleri yettiği halde sessiz kalırlarsa işte o zaman azap umumileşir. Ashaptan Hz. Huzeyfe'ye (r.a),
"Hayatta olduğu halde ölü sayılan adamlar kimlerdir?" diye sorulduğunda Huzeyfe,
"Gördüğü bir kötülüğü eli, dili veya kalbiyle reddedip engel olmayan kimselerdir" demiştir.52
Hz. Ali de (r.a) şöyle diyor: "İlk mağlup olacağınız mücahede, el, sonra dil ve daha sonra da kalp ile yapılan mücahededir. Kalp, iyiliği kabul ve kötü işleri reddetmezse tersine döner."53
Mâlik b. Dînâr (rah) anlatıyor:
Bize ulaşan bilgilere göre bir keresinde Allah Teâlâ meleklerine, "Falan yerleşim birimi üzerine belâ indirin" diye vahyetti. Melekler,
"Aman yâ Rabbi! Onların arasında falanca âbid kişi de var" dediler.
51 Tirmizî, Fiten, 9; Beyhakî, Şuabü'l-imân, nr. 7558.
52 Gazali, İhya, 2/1201.
53 Kandehlevî, Hayâtü's-Sahâbe, 3/186; Gazâlî, İhya, 2/1201.
Allah Teâlâ şöyle buyurdu:
"Bana onun azaptan dolayı feryat ve iniltilerini duyurun, çünkü o benim yasaklarımın çiğnendiğini gördüğünde suratını hiç ekşitmedi."
Abdurrahman-ı Tâhî (k.s), İmâm-ı Rabbânî'nin (k.s) şöyle dediğini nakleder:
"Bir beldede iyiliği emretmeyen ve kötü işleri yasaklamayan imam ve önderler o beldede şeytanın vekilleridir."
Seyda-i Tâhî (k.s) sonra demiştir ki: "İmamlar o beldenin önderleridir. Önder olmalarından dolayı yöre halkını ya cennete ya da cehenneme götürürler."54
Cerîr b. Abdullah (r.a) der ki "İnsanlar üzerinde yaptırım gücü olan şerefli kişiler, imkânları varken onların kötülüklerine engel olmazlarsa Allah Teâlâ kendilerini zelil kılar."
Allah Teâlâ Yuşa b. Nun'a (a.s), "Senin toplumundan kırk bin seçkini, altmış bin de kötü insanı helak edeceğim" diye vahiyde bulununca Yuşa,
"Yâ Rabbi, kötü insanları anladık ama seçkinlerinin suçu ne?" diye sorunca, yüce Allah şöyle vahyetti:
"Çünkü onlar benim için kötü iş yapanlara kızmadılar, onları vazgeçirmek için çalışmadılar, hiçbir şey yokmuş gibi onlarla birlikte yiyip içtiler."
Ebû Ümâme anlatıyor: "Bu ümmetten bir grup, günahkârları kötülüklerden vazgeçirme imkânları varken bunu yapmayıp onlarla hemdem olmaları yüzünden maymun ve domuz suretinde haşrolunur."55
54 Abdurrahman Tâhî, el-işârât, s. 146 (tercüme, s. 107).
55 Şa'rânî, Tenbîhü'l-Muğterrîn, s. 404.
Enes b. Mâlik (r.a) demiştir ki: "Birinin kötü bir iş yaptığını duyan kimse (imkânı varken) ona engel olmazsa kıyamet günü sağır ve kulakları kesilmiş olarak huzura gelir."
İbn Mesud (r.a) şöyle diyor: "Allah katında en büyük günahlardan biri de birinin bir diğerine, 'Allah'tan kork' deyince karşıdakinin, 'Sen kendine bak' demesidir."56
Ebü'd-Derdâ'nın da (r.a) şöyle dediği bildirilmiştir: "Ya iyiliği emreder kötülükten sakındırırsınız ya da Allah üzerinize zalim bir hükümdarı musallat eder. O büyüklerinize saygı göstermez, küçüklerinize acımaz, seçkinleriniz kendisine beddua eder dualarına icabet edilmez, yardım istersiniz yardım olunmazsınız, mağfiret dilersiniz bağışlanmazsınız." 57
Günümüzde Hatayı Söylemek Zamanımızda yaşadığımız ortamda noksanlıkları tamamlamak için telkinde bulunmak, hatayı düzeltmek, ikaz etmek gayet zordur.
Her şeyden önce hata sahibinde hatayı düzeltme samimiyeti ve iyi niyeti bulunmalıdır ki kendisine yapılan hatırlatmada büyük bir memnuniyet duyabilsin. Bu ise günümüzde çok az kişide görülen özelliktir.
Şayet kişi hatadan dönmeye niyetli değilse gafletindeki inadı gerçeği görmekteki körlüğünü artırarak kırıcı tepkiye bile yol açabilir, niçin beni rahatsız ediyorsun, diye hakikati söyleyene hakarette bile bulunabilir. Çünkü gaflet
56 Taberânî, el-Mu'cemü'l-Kebîr, nr. 8587; Şa'rânî, Tenbîhü'l-Muğterrîn, s. 405.
57 Gazâlî, İhya, 2/1201.
gözünü perdelediği için hakikati göremez. Bu durum maalesef günümüzdeki değişik anlayışın yol açtığı sıkıntıdan dolayı bu farz hakkıyla yerine getirilemiyor.
Oysa müslüman görmüş olduğu kötülüğe engel olmalı, bana ne lâzım deyip geçmemeli, makul zemin içinde, usulüne ve kaidesine uygun bir şekilde onu gidermeye çalışmalıdır. Kötülük yapan kimseye mani olmamak ona ortak olmak demektir.
Huzeyfe b. Yemân'ın (r.a) anlattığına göre: "Bir keresinde Ömer b. Hattâb'ın yanına girdiğimde kendisini pek mahzun ve kederli gördüm ve,
'Ey müminlerin emiri, seni tasalandıran nedir?' diye sordum. Hz. Ömer,
'Bir kötü iş içine düşerim de bana saygılarından dolayı kimse beni uyarmaz diye endişe ediyorum' dedi.
Bunun üzerine ben kendisine,
'Yeminle söylüyorum, senin haktan saptığını görürsek seni bundan menederiz, vazgeçmezsen kılıçla hakkından geliriz' dedim.
Ömer bu sözüme sevindi ve,
'Benim için, eğrîldiğimde beni düzeltecek arkadaşlar yaratan Allah'a hamdolsun" diye hamdetti."58
58 Şa'rânî, Tenbîhü'l-Muğterrîn, s. 404.
KÖTÜ İŞLER ÇOĞALDIĞI ZAMAN NE YAPMALI?
Hz. Ebû Bekir (r.a) bir hutbesinde,
"Ey iman edenler, siz kendinizi ıslah etmeye bakın. Siz doğru yolda giderseniz, yolunu şaşırmış kimselerin zararı size dokunmaz"59 âyet-i celilesini okudu ve şöyle dedi:
"Sizler bu âyeti asıl mânasının dışında anlıyor ve yorumluyorsunuz? Halbuki ben Resûl-i Ekrem'in (s.a.v) şöyle buyurduğunu işittim:
Bir toplum içinde kötülük yapanları düzeltebilecek kim-seler varken buna susarlarsa Allah Teâlâ'nın hepsine bir-den azap göndermesi pek yakındır." 60
Salebe el-Huşenî (r.a) Resûl-i Ekrem'e (s.a.v) bu âyetin tefsirinden sorduğunda şöyle buyurmuştur:
"Yâ Ebû Sa'lebe, iyilikleri emret, kötülüklerden vazgeçirmeye çalış. Ne zaman ki aşırı derecede cimrilik hâkim olur, nefislerin arzusu peşinden gidilir, dünya âhiret üzerine tercih edilir, herkes kendi görüşünü beğenir, kimse kimseyi tanımaz bir hale gelirse o zaman insanlardan vazgeç ve kendine bak. Önünüzde çok karanlık (ve karışık) günler vardır. O günlerde benim sünnetime sarılanlara, sizlerin bugün aldığınız mükâfatın elli misli vardır."
Ashâb-ı kiram, o zamandaki bir insanın mı yoksa kendi zamanlarındaki birinin mi elli kat sevabını alacağını sorunca Resûl-i Ekrem (s.a.v),
59 Mâide 5/105.
60 Tirmizî, Fiten, 8; ibn Mâce, Fiten, 20 (nr. 4005); İbn Hibbân, es-Sahîh, nr. 305; Tebrîzî, Mişkâtü'l-Mesâbih, nr. 5142.
"Hayır, sizden birinin aldığı sevabın elli katını alır. Çünkü siz bugün iyiliklerde kendinize yardımcı bulursunuz, fakat onlar bulamazlar"61 buyurdu.
Sahabeden İbn Mesud'a (r.a) yukarıdaki âyetin tefsirinden sorulunca şöyle demiştir:
"Daha âyette anlatılan zaman gelmedi. Çünkü siz şimdi iyiliği emrediyor, kötü işlerden sakındırıyorsunuz. Bir zaman gelecek ki iyiliği emrettiğiniz zaman yadırganacaksınız. İşte o vakit, bu âyetin hükmü ile amel ederseniz hidayet üzere olursunuz ve başkasının sapıklıkta olması size zarar vermez."62
Hz. Ali de (r.a) şöyle demiştir: "Öyle bir zaman gelecek ki o devirde kötülüğü menedenler insanların onda birinden daha az olacak, sonra bu kadarı bulunmayacak, öyle ki kötü işlere tepki gösteren kimse kalmayacak."
Süfyân-ı Sevrî (k.s) önceleri sokağa çıkarak İyiliği emreder kötülükten de sakındırırken sonraları bu işi bırakmış-tır. Kendisine bunun sebebi sorulduğunda şu cevabı vermiştir: "Dinde bir gedik açılmıştı, onu kapatmaya çalışıyorduk, şimdi ise bu gedik iyice açıldı, denizin suyu taştı, bil-mem ki onu kim engelleyebilir?"63
Fudayl b. İyâz'a, "İyiliği emredip kötülükten menedemez misin?" denilince şu cevabı vermiştir: "Bunu yaptığım takdirde sıkıntıya düşerek buna sabır gösteremem, kızıp
61 Tirmizî, Tefsir, 6; Tebrîzî, Mişkâtü'l-Mesâbih, nr. 5144.
62 Taberânî, el-Mu'cemü'I-Kebîr, nr. 9072.
63 Gazâlî, ihya, 2/1202; Şa'rânî, Tenbîhül-Muğterrin, s. 404; Levâkıhu'l-Envâri'I-Kudsiyye, s. 800
.
bu görevi yaptığım için pişmanlık duyarım, diye korkuyorum." 64
Abdullah b. Ömer (r.a) valilerin kapısına gider ve sonra içeri girmeden geri dönerdi. Kendisine,
"Niçin geri döndün? Yanlarına girsen belki nasihatlerinden ve mübarek sözlerinden istifade ederlerdi" diyenlere, İbn Ömer (r.a),
"Evet, konuşursam onlar beni olduğumdan başka zannederler. Susarsam günahkâr olurum korkusu ile girmeden geri dönmeyi tercih ettim" demiştir.65
64 Şa'rânî, Tenbîhû'l-Muğterrin, s. 405; Gazâlî, İhya, 2/1202.
65 Gazâlî, İhya, 2/1201. 66 Âl-i İmrân 3/.4

Hiç yorum yok: