28 Kasım 2007 Çarşamba

CÖMERETLİĞİN ZİRVESİ İSÂR

îsâr, kendisi muhtaç olduğu halde başkasını kendine tercih etmek ve önce onun ihtiyacını yerine getirmektir. Kendisi muhtaç olduğu halde başkasına vermesi, şüphesiz daha mühimdir.
Hz. Peygamberin (s.a.v) ahlâkı hep bu idi. Onun yüksek terbiyesinde yetişen sahâbe-i kiram içinde bu ahlâka sahip pek çok kimse vardı. Hak Teâ!â,
"Onlar kendileri ihtiyaç içinde olsalar bile, başkalarını kendilerine tercih ederler"362 âyetiyle onların bu üstün halini övmüştür.
Hz. Âişe (r.ah), "Habib-i Kibriya Efendimiz (s.a.v) dünyadan irtihal edinceye kadar üç gün birbiri peşine karnını doyurmamıştır. Dilesek doyurabilirdik, fakat başkalarını kendi üzerimize tercih ederdik" demiştir.363
Kendi ihtiyaçları varken, başkalarını tercih etmek hepsinin örneği, Hz. Peygamber'dir. Bir defasında bir arkadaşı ile bir misvak ağacından iki misvak yaptı. Misvakların biri eğri, diğeri düz ve doğru idi. Resûl-i Ekrem (s.a.v), misvakın güzel ve doğru olanını arkadaşına ve eğri olanı da kendisine ayırdı. Arkadaşı,
"Bu güzel misvak, size yakışır yâ Resûlallah" deyince Resûl-i Ekrem (s.a.v),
"Bir saat de olsa, bir kimse ile arkadaşlık edene, arkadaşlık hakkına riayet edip etmediği sorulur" buyurdu ve ar-
362 Haşr 59/9.
363 Gazâlî, İhya, 3/1804.
kadaşlık hakkının îsâr ile yani arkadaşını kendi üzerine tercih etmekle ödeneceğini anlatmış oldu.364
Yine Resûlullah (s.a.v), yıkanmak üzere Huzeyfe ile beraber kuyuya gittiler. Huzeyfe, Resûl-i Ekrem'in elbisesi ile onu örtüyor, görünmekten koruyordu. Sıra Huzeyfe'ye gelince, Hz. Peygamber de aynı şekilde Huzeyfe'ye perde tutmak istedi. Huzeyfe buna itiraz edince, Resûlullah (s.a.v),
"İki arkadaşın, Allah katında en sevimlisi, arkadaşına karşı daha müşfik davranandır" buyurdu.365
ONLARIN ÎSÂRI
Onlar, kendileri aç ve muhtaçken diğer mümin kardeşlerini tercih ediyor, ellerine geçeni önce onlara veriyorlardı. Bizzat çalışarak kazansalar da ellerine geçen nimetin kendilerine ait olduğunu hiç düşünmüyorlardı.
Her şeyin Allah Teâlâ'nın mülkü olduğunu yakînen biliyor ve kendilerini ancak bu mülkü yerine ve ihtiyaç içindekine ulaştırmakla görevli görüyorlardı. Ellerine geçen bir nimet için, "Ona en lâyık olan benim nefsimdir" demiyor; onun, mümin kardeşlerine verilmesinin Allah için daha uy-gun olduğunu düşünüyorlardı.
Onlar her durumda Allah Teâlâ'nın rızâsını arıyor, buna özellikle zor ve sıkıntılı anlarda dikkat ediyorlardı. Hz. Peygamber'in (s.a.v) buyurduğu gibi:
"Sadakanın en faziletlisi, en dar ve zor anlarda insanın karnı aç, kendi muhtaç iken başkasına verdiği sadakadır. "366
364 Gazâlî, İhya, 2/960.
365Gazâlî, İhya, 2/961.
366Ebû Davud, Vitir, 12 (nr. 1449); Nesâî, Zekât, 49 (nr. 2525).
Abdullah b. Ömer (r.a) şöyle der:
"Öyle zamanlar yaşadık ki aramızdan hiçbiri, müslüman kardeşinden daha çok altın ve gümüşe sahip olmayı düşünmedi..."367
Bu söz bize, ashabın cömertlik ve kardeşini kendine tercih konusunda nasıl davrandığını göstermektedir.
Şimdi, bu yüksek ahlâka ulaşmış gerçek şeref, iffet, edep ve hürriyet sahibi müminlerin örnek ahlâklarından birkaç numune görelim:
Abdullah b. Abbas (r.a), anlatıyor: Resûlullah (s.a.v), Benî Nadr ganimetlerini elde edince, ensara,
"Siz kendi isteğinizle, muhacir kardeşlerinizle malları-nızı ve evlerinizi bölüştünüz. Bu ganimette de onlara ortak oldunuz. Eğer isterseniz mal ve evleriniz size kalsın, bu ganimetten size bir şey vermeyelim, hepsini muhacirlere dağıtalım"buyurdu. Bunun üzerine ensar,
"Hayır, biz mallarımızı ve evlerimizi onlarla bölüştük; bu devam etsin. Ayrıca bizler, bu ganimetteki payımızdan da vazgeçip hepsini onlara veriyoruz" dediler. Bunun üzerine Allah Teâlâ,
"Onlar kendileri ihtiyaç içinde olsalar bile, başkalarını nefislerine tercih ederler"368 âyet-i kerîmesini indirdi."369
Abdullah b. Ömer şöyle anlatıyor: "Resûl-i Ekrem'in (s.a.v) ashabından birine bir koyun kellesi takdim edildi. O
367 Heysemî, ez-Zevâid, 10/285; Kandehlevî, Hayâtü's-Sahâbe, 3/80.
368 Haşr 59/9.
369 Kurtubî, el-Câmi li-Ahkâmi'l-Kur'ân, 9/25; Begavî, Meâiimü't-Tenzîl, 8/77.
zat, "Falanca benden daha açtır, kelleyi ona verin" dedi. Öteki zat da aynı şekilde söyledi. Böylece kelle yedi kişiyi dolaştıktan sonra, tekrar önceki adama geldi. Çünkü aç olanı o idi."370
Huzeyfe şöyle anlatıyor: Yermük Savaşı'nda yaralılar arasında kalan amcazademi aramak üzere çıktım. Yanım-da bir miktar suyum vardı. Amcazademi buldum. Su isteyip istemediğini sordum. İsterim, dedi. Tam suyu vereceğim sırada öteden biri,
"Âh su!" diye inledi. Amcazadem ona gitmemi ve suyu götürmemi işaret etti. Gittim baktım ki Hişâm b. Âs. Tam ona su vereceğim sırada öteden biri, "Âh su!" diye inledi. Hişâm da beni ona gönderdi. Ona gidinceye kadar o öldü. Hişâm'a döndüm, o da ölmüştü. Amcazademe geldiğimde o da vefat etmişti. Velhasıl su elimde kalmıştı. Allah hepsine rahmet etsin.371
Enes b. Mâlik (r.a) naklediyor:
"Abdurrahman b. Avf, Medine'ye hicret ettiği zaman Resûlullah (s.a.v) onu Sa'd b. Rebî ile kardeş yaptı. Sa'd b. Rebî, Abdurrahman b. Avf'a,
"Malımı ikiye bölüp yarısını sana vereceğim. Bir de benim iki hanımım var; bunlardan hangisini istersen onu boşayayım, iddeti bitince onunla evlen!" diye teklifte bulundu. Abdurrahman b. Avf da,
370Kurtubî, el-Câmi li-Ahkâmi'l-Kur'ân, 9/24; Kandehlevî, Hayâtü's-Sahâbe, 2/239; Gazâlî, ihya, 2/960; Kimyâ-yı Saadet, s. 281.
371Kurtubî, el-Câmi li-Ahkâmi'l-Kur'ân, 9/27; Sühreverdî, Avârifü't-Maârif, s. 249; Gazâlî, İhya, 3/1806; Kimyâ-yı Saadet, s. 501; Bursevî, Rûhu'l- Beyân, 3/446.
"Kardeşim! Allah Teâlâ senin ehline ve malına bereket versin. Sen bana çarşının yolunu göster" dedi ve ticaretle meşgul oldu.372
Hz. Enes (r.a) anlatıyor:
"Muhacirler Medine'ye geldikleri vakit ellerinde hiçbir şey yoktu. Ensar ise arazi ve akar sahibi kimselerdi. Her yıl mallarını, ürünlerinin yarısını onlara vermek, bunlar da çalışma ve bakım işlerini üzerlerine almak şartıyla anlaştılar. Enes'in annesi kendine ait olan bir hurmalığı Resûlul-lah'a (s.a.v) verdi. Resul-i Ekrem (s.a.v) Hayberliler'le savaşıp orayı fethettikten sonra muhacirler, bağlarını ensara iade ettiler. Hz. Peygamber de fs.a.v) zikri geçen hurmalığı Enes'in annesine iade etti."373
Yine Hz. Enes (r.a) anlatıyor:
"Hz. Resûlullah (s.a.v) Medine'ye teşrif ettiğinde, ensar ile muhacirleri kardeş yaptı. Bir zaman sonra muhacirler Hz. Peygamber'e (s.a.v) gelerek,
'Yâ Resûlallah! Biz bu ensar gibi fazla malından bolca dağıtan, az malını da eşitçe paylaşan bir topluluk görmedik. Bizi hiçbir yükün altına sokmuyorlar, elde ettikleri meyve ve geliri ise bizimle ortak paylaşıyorlar. Bu durumda bütün sevabı onların alıp bize bir şey kalmamasından korkuyoruz' dediler.
Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v),
372 Buhârî, Menâkıbü'l-Ensâr, 3; Tirmizî, Birr, 22; Nesâî, Büyü, 97; Sühreverdî, Avârifü'i-Maârif, s. 252; Gazâlî, İhya, 2/960; Bursevî, Rûhu'l-Beyân, 7/182.
373 Buhârî, Hibe, 35; Müslim, Cihâd, 24 (nr. 70), Kurtubî, el-Câmi li-Ahkâmi'l- Kur'ân, 9/25.
'Hayır, korkmayın. Siz onlara hayır dua ve güzelce teşekkür ettiğiniz sürece siz de sevap alırsınız.' buyurdu. "374
Ebü'l-Hasan Antakî anlatıyor: "Bir defa otuz küsur kişi etrafında toplandı. Kendileri Rey şehrinin civarında bir köyde bulunuyordu. Bunların sayılı çörekleri vardı, hepsine yetmezdi. Onları parçaladı, ışıkları söndürdü ve yemeğe oturdular. Sofra kalktığı vakit ekmeklerin olduğu gibi sofrada durduklarını ve birbirlerini tercih ederek kimsenin yemediğini gördüler."375
ONLARIN HALİ
Din kardeşinin ihtiyacını kendi ihtiyacı gibi görme ve onunla aynı şartları paylaşma ahlâkı, hiç de kolay bir ahlâk değildir. Sahabe ve tabiînden sonra bu ahlâka sahip insanlar azalmış olsa da yine de eksik olmamıştır.
Onları îsâra sevkeden şey, tabiatlarında bulunan aşırı şefkat ve merhamet ile dine bağlılıklarından dolayı yakîn duygusudur. Bu duygularla, ellerinde olanı başka kardeşlerine verip kendileri yokluğa sabrederler. Bu ümmetin sâlihleri, Hz. Peygamber'den (s.a.v) emanet alınan bu yüksek ahlâkları korumuşlar ve onları sonraki nesillere aktarmışlardır.
Velîler sultanı Cüneyd-i Bağdadî (k.s), kendisinden bir şey isteyeni hiçbir zaman geri göndermez ve,
374 Tirmizî, Kıyamet, 44; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/200.
375 Kurtubî, el-Câmi li-Ahkâmi'l-Kur'ân, 9/27; Gazâlî, İhya, 3/1805; Kimyâ-yı Saadet, s. 501; Sühreverdî, Avârifü'l-Maârif, s. 249.
"Hz. Peygamberin (s.a.v) ahlakıyla ahlâklanmaya uğraşıyorum" derdi.376
Büyük velîlerden İbrahim b. Edhem (k.s) demiştir ki: "Biz öyle insanlara yetiştik ki onlardan biri, elindeki eşyaya kendisinin, din kardeşinden daha çok hak sahibi olduğunu düşünmezdi. Ancak kendisinin ona daha çok ihtiyacı varsa o zaman kullanma sırasının kendisine geldiğini düşünürdü."377
Sehl b. İbrahim şöyle anlatıyor: İbrahim b. Edhem'le dost idik. Bir keresinde ağır bir hastalığa tutulmuştum. Bunun üzerine İbrahim b. Edhem, elindeki her şeyi benim sıhhatim için harcadı. Sonra iyileşmeye başladım. Bir ara kendisinden canımın çektiği yiyecek bir şeyler istedim. Elinde bir şeyi kalmadığından merkebini satıp arzumu yerine getirdi. Sıhhate kavuştuğumda bir yere gitmek için merkep lâzım oldu ve,
"Ey İbrahim, merkep nerede?" diye sordum. İbrahim b. Edhem, "Sattık" dedi.
Sıhhatim yol yürümeye müsait olmadığı için, "Peki, ama şimdi ben neye bineceğim?" dedim. O arifler sultanı,
"Sırtıma bineceksin kardeşim!" dedi ve beni üç konak mesafesi boyunca sırtında taşıdı.378
376 Şa'rânî, Tenbîhü'l-Muğterrîn, s. 245.
377 Şa'rânî, Tenbîhü'l-Muğterrîn, s. 251.
378 Kuşeyrî, Risale, s. 392; İbnü'l-Mülakkın, Tabakatü'l-Evliyâ, s. 10.
Anlatılır ki Mesrûk, ağır bir borcun altına girdi. Allah için kardeşi olan Hayseme'nin de borcu vardı. Mesrûk, gitti hiç haberi olmadan Hayseme'nin borcunu ödedi, Hayseme de haberi olmadan gizlice Mesrûk'un borcunu ödedi.379
Velîlerden Meymûn b. Mihrân'a (rah),
"Görüyoruz ki seni hiçbir arkadaşın terketmiyor, bunun sebebi nedir?" diye sorduklarında hazret şu cevabı vermiştir:
"Ben kardeşimin bende bulunan bir şeyi sevdiğini gör-düğüm zaman onu kendisine veririm. Benim o şeye daha lâyık olduğumu düşünmem."380
Süleyman el A'meş (rah.), kendi zamanındaki insanlarla önceki büyüklerin halini şöyle anlatmıştır:
"Şu zamanımızdaki insanlar bir din kardeşiyle karşılaştıklarında, ondan, evindeki çoluk çocuğa hatta tavuklara varıncaya kadar haber sorar. Bununla birlikte eğer kendisinden bir dirhem istense onu vermez.
Selef-i sâlihin ise uzun süreden sonra karşılaştığı mümin kardeşine kısaca, 'Nasılsınız?' veya, 'Allah size selâmet versin, ne haldesiniz?' sözünden fazla bir şey söylemezlerdi. Bununla birlikte, kendisinden malının yarısını vermesi istense hemen verirdi."381
Bâyezid-i Bistâmî (k.s) şöyle anlatıyor:
Belhli bir gencin beni mahcup eden sözünü hiç unutmam. Bu delikanlı hac için gelmiş ve bana,
379Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtü'l-Kulûb, 2/217; Gazâlî, Kimyâ-yı Saadet, s. 281.
380Şa'rânî, Tenbîhü'l-Muğterrin, s. 254.
381Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtü'l-Kulûb, 1/164.
"Siz zühdü nasıl anlarsınız?" diye sormuştu. Ben de,
"Bulunca yeriz, bulamayınca sabrederiz" dedim. Delikanlı,
"Bunu bizim Belh'in köpekleri de yapıyor" dedi. Bu sefer ben,
"Size göre zühdün ölçüsü nedir?" diye sordum. O da,
"Biz bulamayınca şükreder, bulunca başkalarına dağıtırız" dedi.382
Büyük ve meşhur velîlerden Serî es-Sakatî hazretleri anlatır:
"Bir gün bir hata işledim. O hatanın ateşi otuz yıldır içimde durmakta, hatırladıkça kalbim cayır cayır yanmaktadır. Bir gün Bağdat şehrinde, dükkânımın bulunduğu semtte yangın çıktı. Bütün dükkânlar yandığı halde yalnız benim dükkânım yanmamıştı. Dükkânımın yanmadığı haberi gelince, 'Elhamdülillah' diye Allah Teâlâ'ya şükrettim. Hemen akabinde, başkalarının zarar ve ziyanını düşünmediğimi hatırlayıp, çok tövbe ve istiğfar ettim. Kefaret olarak dükkânımdaki bütün mallarımı fakirlere dağıttım. Fakat otuz yıldır kalbimden bunun acısını silemedim."
Sıddıklar Mertebesi
Ariflerin güzel ahlâklarından biri de îsârdır. Onları îsâra sevkeden sebep, tabiatlarındaki halka karşı son derece acıma duygusu ve şefkatle, dindeki yakînlerinin kuvvetli oluşudur. Onlar, ellerinde olanı, karşılık beklemeden kardeşlerine infak ederler; olmayana da sabrederler.
382 Kurtubî, el-Câmî li-Ahkâmi'l'Kur'ân, 9/27; Sühreverdi, Avârifû'l-Maârif, s. 248.
Isâr, kişinin arkadaşını tercih edip, onun ihtiyacını kendi ihtiyacından önce düşünmektir. İşte bu, sıddıklar mertebesi ve Allah için sevişenlerin en üstün derecesidir. Canını da kendi üzerine tercih etmek, bu mertebenin meyvelerindendir. Nitekim hikâye olunduğuna göre, Halife Mu-vaffak zamanında, Gulâm Halil b. Ahmed bazı sûfîleri halifeye şikâyet edip haksız yere suçladılar. Halife bunların yakalanıp cezalandırılmasını emretti. Cüneyd-i Bağdadî, kendisini fakih göstererek kurtuldu. Şehham, Rakkam ve Ebü'l-Hüseyin en-Nûri yakalanıp nezarete alındılar. Boyunları vurulmak üzere sergi serilince Nuri öne atıldı. Cellât kendisine,
"Niçin acele ediyorsun?" diye sordu. Nuri,
"Kardeşlerimin bir saat fazla yaşamaları için ölüme kendimi tercih ediyorum, önce beni öldürünüz" dedi. Cellât hayret içinde kaldı, ellini geri çekti. Hadise halifeye haber verildi. Halife sûfîlerin halini incelemek üzere, Kadılkudat İsmail b. İshak'a haber gönderdi. Kadı, Ebü'l-Hüseyin en-Nûri'ye fıkıhla ilgili birtakım sorular sordu. Nuri hepsine çok güzel cevaplar verdi. Sonra sözlerine şöyle devam etti:
"Allah Teâlâ'nın öyle kulları vardır ki, kalktıklarında Allah ile kalkarlar, konuştuklarında Allah ile konuşurlar..." Nuri, kadıya öyle hikmetli sözler söyledi ki kadı ağladı, sonra halifeye bir haber göndererek,
"Eğer bu topluluk zındık ise yeryüzünde hiçbir muvahhid yoktur" dedi. Halife de onları sebest bıraktı.383
383 Ebû Nuaym, Hilyetül-Evliyâ, 10/250; Kuşeyrî, Risale, s. 248; Gazâlî, İhya, 2/959. Sühreverdî, Avârifü'l-Maârif, s. 251. ibn Hacer el-Heytemî, et-Felâva'l-Hadîsiyye, s. 332; Yâfiî, Ravzü'r-Reyâhîn, s. 34; Neşrü'l-Mehâsin, s. 229, 422; Bursevî, Rûhu'l-Beyân, 5/359, 7/382.
Bunun gibi, Resûl-i Ekrem gece vakti düşmanları tarafından evi sarıldığında yatağına Hz. Ali'yi yatırarak evden çıktı. Hz. Ali ölümü göze alarak yatağına girdi. Allah Teâlâ Cebrail ile Mîkâil'e,
"Ben sizi kardeş ettim, birinizin ömrünü de diğerinden uzun yapacağım, hanginiz öbürünü tercih eder?" buyurdu. Hiçbiri öbürünü tercih etmedi. Her ikisi de kendisinin yaşamasını istedi. Bunun üzerine Allah Teâlâ onlara şöyle vahyetti:
"Ali gibi olamadınız. Onları da kardeş ettim. Ali çekinmeden nefsini feda ederek onun yatağına yattı ve Peygamber'i kendi üzerine tercih etti. Hemen yere ininiz ve onu muhafaza ediniz" buyurdu. Cebrail başucunda, Mîkâil de ayakucunda durdu ve Cebrail, Hz. Ali'ye, "Yat, yat var mı senin gibisi, Allah Teâlâ seninle meleklere övünüyor!" dedi. Bunun üzerine Allah Teâlâ,
"İnsanlardan öyleleri de var ki Allah'ın rızâsını kazanmak için kendi canını feda eder. Allah da kullarına şefkatlidir"384 buyurdu.385
Bir başka örnek de Hz. Ebû Bekir'in hicret esnasında mağarada hayatını tehlikeye atarak canını, sevdiği Hz. Peygamber için feda etmesidir.386
384 Bakara 2/207
385 Râzî, Mefâtihu'l-Gayb, 2/350 (Beyrut 1994); Gazâlî, İhya, 3/1805; Kimyayı Saadet, s. 500. 386 bk. Tevbe 9/40.

Hiç yorum yok: