28 Kasım 2007 Çarşamba

ÖRNEK CÖMERTLER

Cafer et-Tayyâr'ın oğlu Abdullah (rah), arazisine gitmek için evinden çıkmıştı. Yolda dinlenmek için bir hurma bahçesine girdi. Bahçede siyah bir genç vardı, orada çalışıyordu. O sırada gencin yemeği getirildi. O tam yemeğini yiyecekken bahçenin içine bir köpek girdi ve gence yaklaş-tı. Genç köpeğe bir ekmek attı, köpek hemen onu yedi. Genç ikinci bir ekmek daha attı, köpek onu da yedi. Genç üçüncü ekmeği de köpeğe attı. Abdullah b. Cafer de gence bakıyordu. Onun böyle yaptığını görünce,
"Ey genci Senin günlük yiyeceğin ne kadardır?" diye sordu; o da, "Gördüğün kadardır" dedi. Abdullah b. Cafer, "Bütün yiyeceğin bu kadarsa kendin niçin yemedin de hepsini köpeğe vermeyi tercih ettin?" diye sorunca genç,
"O bu bölgenin köpeği değildir. Aç olarak uzak bir yerden gelmiş. Onu aç olarak geri çevirmeyi hoş görmedim" dedi. Abdullah, "Bütün yiyeceğini köpeğe verdin, peki bugün kendin ne yiyeceksin?" diye sordu; genç, "Bugünümü de aç geçiririm" dedi. Bunu işiten Abdullah b. Cafer,
"Gerçekten bu benden daha cömert biri, fakat benim cömertliğim bundan geri mi kalacak?" deyip sahibinden bahçeyi, köleyi ve içindeki aletleri satın aldı, sonra köleyi hürriyetine kavuşturdu ve onları kendisine hediye etti.387
Anlatılır ki İmam Şafiî San'a'dan Mekke'ye geldiğinde yanında 10.000 dinar altın vardı. Kendisine, "Bunlarla bir câriye satın alsan" denildi. O da çadırını Mekke'nin dışına kurdu, altınları bir yere yığdı ve yanına kim gelirse avuç avuç
337 Kuşeyrî, Risale, s. 250; Yâfiî, Neşrü'l-Mehâsin, s. 233.
verdi. Öğle vakti geldiğinde yerinden kalktı, elbisesini silkeledi; bütün altınlar bitmiş, geride hiçbir şey kalmamıştı. 388
Evliyanın büyüklerinden İmam Şafiî hazretlerinin tale-belerinden biri anlatır: Bir bayram günü İmam Şâfii hazretleri ile beraber mescidden çıktık. Bir mesele hakkında sohbet ediyorlardı. Evlerinin kapısına gelince, bir hizmetçi kendisine bir kese altın getirip, efendisinin selâmı olduğu-nu ve bunu kabul buyurmasını rica etti. İmam Şâfii hazretleri keseyi kabul etti. Biraz sonra biri gelip,
"Hanımım bir çocuk doğurdu. Yanımda hiç param yok. Sizden Allah rızâsı için biraz para istiyorum" dedi. İmam Şafiî hazretleri keseyi hiç açmadan, olduğu gibi o şahsa verdi. Ben biliyordum ki kendisinin de hiç parası yoktu.
Bir gün hanımın biri İmam Leys b. Sa'd'a (r.a) küçük bir kap getirerek bal istedi ve balı hasta kocasına yedire-ceğini söyledi. İmam Leys ona iki kulplu koca bir kırba dolusu bal verdi. Çevresindekiler, "O küçük bir kap ile istedi, sen tulumla verdin" deyince imam şu cevabı verir:
"O kendi durumuna göre istedi, biz de kendi seviyemize göre verdik."389
Hz. Peygamber'e Gelen Misafir
Ebû Hüreyre'nin (r.a) rivayetine göre, fakirliğe düçar olmuş bir adam, Hz. Peygamber'e (s.a.v) gelerek,
388 Beyhakî, Şuabü'l-imân, nr. 10960; Kuşeyrî, Risale, s. 252;vâfiî, Neşrü'l-Mehâsin, s. 233.
389 Beyhakî, Şuabü'l-Imân, nr. 10949; Şa'rânî, Tenbıhü'l-Muğterrin, s.343; Kuşeyrî, Risale, s. 252; Yâfiî, Neşrü'l-Mehâsin, s. 234.
"Ey Allah'ın Resulü! Ben açım" dedi. Hz. Peygamber (s.a.v), hanımlarından birine haber salarak yiyecek bir şeyler göndermesini istedi. Fakat müminlerin annesi,
"Seni peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki evde sudan başka bir şey yok" dedi. Diğer hanımlarının da aynı durumda olması üzerine Hz. Peygamber (s.a.v) ashabına dönerek,
"Bu gece bu şahsı kim misafir etmek İster?" diye sordu. Ensardan bir adam kalktı ve,
"Ben misafir ederim yâ Resûlallah" dedi ve evine götürdü. Ailesine,
"İşte bu, Allah Resûlü'nün misafiri, ona eksik bir şey bırakmadan ikram edin" dedi. Ev sahibinin hanımı kocasına,
"Evde çocukların yiyeceğinden başka bir şey yok" dedi. Bu sefer adam hanımına,
"Öyleyse kalk çocukları oyalayarak hiçbir şey yedirmeden uyut. Sonra kandili yak. Misafir yemeğe başlayınca sanki lambayı düzeltiyormuş gibi yaparak ışığı söndür. Sonra misafirin karnı doyuncaya kadar yemesi için biz de ağızlarımızı yemek yiyormuş gibi yapmaya başlarız" der.
Bunun üzerine kadın kalkar ve çocuklara hiçbir şey yedirmeden oyalayıp uyutur. Sonra kalkıp yemeği hazırlar ve lambayı yakar. Misafir yemeğe başlayınca kadın kalkıp lambayı düzeltiyormuş gibi yaparak söndürür. Ev sahibi yer gibi ağzını kımıldatıyor ve elini sofraya götürüp getiri-yordu. Misafir de bunun farkında değildi. Böylece misafir karnını doyurdu. Kendileri aç kaldılar ve açlıklarını gizleyerek gecelerler. Sabah olunca erkenden Resûlullah'ın
(s.a.v) huzuruna varırlar. Resûl-i Ekrem ev sahibini görünce tebessüm ederek,
"Allah Teâlâ, sizin misafirinize karşı takındığınız bu tavırdan memnun oldu" der. Allah Teâlâ onlar hakkında,
"Kendi ihtiyaçları olduğu halde, kardeşlerini kendilerine tercih ettiler"390 buyurur.391
En Kârlı Alışveriş
Enes b. Mâlik anlatıyor:
Adamın biri Hz. Peygamber'e,
"Yâ Resûlallah! Falancanın bahçesinde bir hurma ağacı yere yıkılmıştır. Onu bana verseydi bahçemin duvarına koyardım. Ona emredin de bana versin" dedi. Hz. Peygamber (s.a.v) adamı çağırtıp,
"Ağacını falancaya ver. Ben sana cennette bir hurma bahçesinin verilmesini üzerime alırım" dediyse de adam vermedi.
Bunun üzerine Ebû Dahdah (r.a) adama, "Ağacını bana ver. Ben bahçemi sana vereyim" dedi. Adam da memnuniyetle kabul etti. Bundan sonra Ebû Dahdah, Hz. Peygamber'e giderek:
"Yâ Resûlallah! Ben adamın ağacını hurma bahçemle satın aldım. Sana veriyorum. Sen de o adamı çağırt, ona ver" dedi.
390 Haşr 59/9.
391 Buhâri, Menâkıbü'l-Ensâr, 10, Tefsîr, Haşr, 59; Edebü'i-Müfred, nr. 740; Müslim, Eşribe, 32 (nr. 172); Kurtubî, el-Câmi li-Ahkâmi'l-Kur'ân, 9/24.
Hz. Peygamber (s.a.v), Ebû Dahdâh'ın bu hareketine o kadar sevindi ki birkaç defa üst üste,
"Ebû Dahdah cennette nice büyük ve değerli hurma ağaçlarına sahip oldu" dedi.
Ebû Dahdah bundan sonra bahçesine gidip hanımına,
"Bahçeden çık. Ben bahçeyi cennette bir ağaca sattım" dedi. Hanımı da,
"Ne kazançlı bir alışveriş" dedi.392
Dünyada Satın Alınan Cennet Evi
Evliyanın büyüklerinden Habib-i Acemî zamanında Horasanlı bir kimse, Basra'da yerleşmek için Horasan'daki evini 10.000 dirheme satıp, hanımı ile beraber Basra'ya geldi. Hacca gidecekti. Basra'da, "Bu 10.000 dirhemi kime emanet edebilirim?" diye sordu. Habib-i Acemî hazretlerini gösterdiler. Horasanlı zat Habib-i Acemî'ye geldi ve şöyle dedi:
"Ben hanımımla beraber hacca gidiyorum. Bu 10.000 dirhem ile burada (Basra'da) bir ev almak istiyorum. Münasip bir ev bulursanız, bu para ile alırsınız."
Horasanlı böyle dedikten sonra hanımı ile beraber Mekke'ye doğru yoluna devam etti. Bu sırada Basra'da kıtlık meydana geldi. Habib-i Acemî dostlarıyla istişare edip, bu parayla gıda maddesi almaya ve muhtaçlara dağıtmaya karar verdi. Bazıları,
392 Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/146; İbn Hibbân, es-Sahih, nr. 7159; Taberânî, el-Mu'cemü'l-Kebîr, 22/300 nr. 763; Hâkim, el-Müstedrek, 2/20; Beyhakî, Şuabü'l-İmân, nr. 3451; Heysemî, ez-Zevâid, 9/323.
"O kimse bu parayı, kendisine bir ev satın almanız için bırakmıştı" dediler. Hazret,
"Bu parayla aldığım gıda maddelerini tasadduk ederim, sonra o kimse için aziz ve celil olan Rabbim'den, cennette bir köşk satın alırım. Eğer Horasanlı bu duruma razı olursa ne ala, yok razı olmazsa paralarını geri veririm" dedi ve paraları muhtaç olanlara yiyecek temin etmekte kullandı.
Nihayet Horasanlı hacdan dönüp Habib-i Acemî'ye geldi.
"Ben geldim. Size verdiğim para ile ev almışsanız onu istiyorum. Yok, almamışsanız bana paraları iade edin, ben kendim alayım" dedi. Habib-i Acemî hazretleri,
"Sana öyle bir köşk satın aldım ki bahçesinde ağaçlar, meyveler, nehirler bulunmaktadır" dedi.
Horasanlı hacı hanımının yanına döndü, ona,
"Habib-i Acemî bizim için, sultanlara mahsus azamette ve güzellikte bir ev satın almış" dedi.
İki üç gün sonra Habib-i Acemî'nin yanına gelip, evi sordu. Habib-i Acemî hazretleri Horasanlı'ya, Basralılar'ın çektikleri yiyecek sıkıntılarını, insanlara hizmet etmenin faydalarını, buna mukabil cennet nimetlerinin güzelliklerini münasip bir lisanla anlattı ve sonra,
"Senin için Rabbim'den, cennette bir köşk aldım ki sofaları, nehirleri fevkalâdedir" dedi.
Horasanlı bunları dinledikten sonra tekrar hanımının yanına döndü. Olanları anlattı. Her ikisi de bu duruma çok sevindiler. Adam, Habib'in yanına gelip,
"Bizim İçin satın aldığını kabul ettik. Lakin bize bunun senedini de yazsanız" dedi. Habib-i Acemî,
"Peki" deyip bir kâtip çağırdı. Ona şöyle yazdırdı:
"Bismillâhirrahmânirrahîm. Bu, Ebû Muhammed Habib-i Acemî'nin, aziz ve celil olan Rabb'inden, şu Horasanlı için satın aldığı cennet evinin senedidir. Habib-i Acemî, bu kimse için Rabb'inden 10.000 dirheme cennette bir ev satın aldı. Alınan evin köşkleri, nehirleri, ağaçlan, sofaları ve daha nice güzel sıfatları vardır. Allah Teâlâ bu güzel evi bu Horasanlı'ya verecek, böylece Habib'i 10.000 dirhem borçtan kurtaracaktır."
Horasanlı bu yazıyı alıp hanımının yanına döndü. Bundan sonra kırk gün daha yaşadı. Nihayet vefat ânı geldi. Hanımına,
"Beni yıkayıp kefenleyenlere bu yazıyı ver, kefenime koysunlar" diye vasiyet etti.
Adam vefat edince vasiyeti yerine getirildi ve defnedildi. Sonra bu kimsenin kabrinin üstünde bir kâğıt buldular. Kâğıtta şöyle yazılıydı:
"Ebû Muhammed Habib-i Acemî'nin, Allah Teâlâ'dan Horasanlı filan için 10.000 dirheme satın aldığı köşkün beratıdır. Şüphesiz Allah Teâlâ, Horasanlı'ya Habib'in arzu ettiği köşkü verdi ve Habib'i 10.000 dirhem borçtan kurtardı."
Habib-i Acemî mektubu aldı. Onu okudu, öptü, ağladı ve dostlarının yanına giderek,
"Bu Rabbim'den bana berattır" dedi.393
393 Nebhânî, Câmiu Kerâmâti'l-Evliyâ, 2/19.
Allah ve Resûlü'nü Bıraktım
Hz. Ömer anlatıyor:
Bir gün Hz. Peygamber (s.a.v) sadaka vermemizi emir buyurdu. O sırada benim malım çoktu. Kalbimden, "Eğer Ebû Bekir'i geçeceğim bir gün varsa bu gündür" dedim ve malımın hepsini hesaplayarak, yarısını getirdim. Resûlullah (s.a.v) bana,
"Sen çocuklarına ne bıraktın?" diye sordu. "Getirdiğim kadar da onlara bıraktım" dedim.
Sonra Ebû Bekir geldi. Meğer onun nesi varsa hepsini getirmiş. Hz. Peygamber (s.a.v) ona da,
"Sen çocuklarına ne bıraktın?" diye sordu. Ebû Bekir, "Ben onlara Allah ve Resûlü'nü bıraktım" dedi.
O zaman kalbimden, "İmkânı yok, ben Ebû Bekir'i hiçbir zaman geçemem" dedim.394
Bire On
Bir dilenci, Hz. Ali'den bir şeyler istedi. O da Hasan veya Hüseyin'den birine,
"Annene git, kendisine verdiğim 6 dirhemden birini al getir" dedi. Giden, geri geldiğinde,
"Annem onları un almak için sakladığını söylüyor" dedi. Hz. Ali (r.a),
"Kişi kendi elinde bulunandan çok Allah'a itimat etmedikçe tam iman etmemiştir. Git, o paraların hepsini getir"
394 Tirmizî, Menâkıb, 16 (nr. 3675); Ebû Davud, Zekât, 40 (nr. 1677); Ali el-Müttakî, Kenzü'l-Ummâl, nr. 35611.
dedi. Hz. Fâtıma, bu sefer paraların tamamını yolladı. Hz. Ali hepsini dilenciye verdi.
Bu hadisenin üzerinden birkaç dakika geçmemişti ki bulundukları yere bir deve satıcısı geldi. Hz. Ali, ona devenin kaç para olduğunu sordu, 140 dirhem olduğunu öğrenince,
"Paranı sonra almak üzere bana satar mısın?" dedi. Satıcı kabul etti ve devesini oraya bağlayıp gitti.
Biraz sonra biri geldi ve devenin kime ait olduğunu sordu. Hz. Ali, kendisine ait olduğunu söyledi. Adam,
"Satar mısın?" diye sorunca, Hz. Ali 200 dirheme adama sattı. 140 dirhemini deveyi satın aldığı adama verdikten sonra evine gitti.
Biraz evvel 6 dirhem aldığı Hz. Fâtıma'ya, 60 dirhem verdi. O hayretle,
"Bu nedir?" diye sordu. Hz. Ali,
"Allah Teâlâ'nın, Peygamberimiz (s.a.v) vasıtasıyla, 'Kim (Allah huzuruna) iyilikle gelirse ona getirdiğinin on katı vardır'395 şeklindeki vaadinin neticesidir" buyurdu.396
Sevdiği Maldan Vermek
Nâfi anlatıyor:
İbn Ömer (r.a), bir şeyi fazla sevdi mi, onu hemen Al-lah yolunda feda ederdi. Köleleri onun bu huyunu bildikleri için azat olmak isteyen herhangi biri elini sıvayıp mescid-
395En'âm 6/160.
396Kandehlevî, Hayâtü's-Sahâbe, 2/223.
de kendini ibadete verirdi. O da onu güzel durumda görünce hemen azat ederdi. Dost ve arkadaşları ona,
"Yâ Ebû Abdürrahim, vallahi bunlar seni aldatıyor" dediler. O da,
"Allah yolunda bizi aldatanlara aldanmayı biz de kabul ediyoruz" dedi.
Bir akşam üzeri onunla beraberdim. Büyük bir para ile satın aldığı rahvan bir devesi vardı, o devesine binmişti. Bir ara devenin yürüyüşü onun çok hoşuna gitti. Hemen deveyi çöktürüp bize,
"Yular ve semerini çıkarın ve onu nişanlayıp kurbanlık develerin arasına bırakın" dedi.397
Yine Nafi anlatıyor:
İbn Ömer (r.a), malları içinde ne hoşuna giderse mut-laka onu Allah yolunda bağışlardı. Bir oturuşta bana iki defa otuzar bin dirhem vererek,
"Götür dağıt" dediği vâkidir.
İbn Âmir ona iki defa otuzar bin dirhem verdi. O zaman daha beni azat etmemişti. Bana,
"Nâfi, korkarım ki İbn Âmir'in parası beni azdırsın. Git, sen Allah için hürsün" dedi.398
Abdullah b. Ömer sadaka olarak sık sık şeker dağıtır ve ardından, "Sevdiğiniz şeylerden vermedikçe, fazilet ve
397 Kandehlevî, Hayâtü's-Sahâbe, 2/231.
398 Kandehlevî, Hayâtü's-Sahâbe, 2/232.
üstün sevaba erişemezsiniz"399 âyetini okuyarak, "Benim de en çok sevdiğim tatlıdır" diye eklermiş.400
Enes b. Mâlik anlatıyor:
Ebû Talha (r.a), hurmalık bakımından ensarın en zenginlerindendi. En sevdiği malı da Mescid-i Nebevî'nin karşısındaki Beyreha adlı hurma bahçesiydi. Hz. Peygamber (s.a.v) her zaman o bahçeye gider, ondaki tatlı suyu içerdi. "Sevdiğiniz şeylerden vermedikçe, fazilet ve üstün sevaba erişemezsiniz"401 mealindeki âyet-i kerîme nazil olunca Ebû Talha, Resûlullah'ın yanına gelerek,
"Yâ Resûlallah! Hak Teâlâ, 'Sevdiğiniz şeylerden vermedikçe, fazilet ve üstün sevaba erişemezsiniz' buyuru-yor. Benim en sevdiğim malım ise Beyreha adındaki bahçemdir. Allah'tan hayrını ve benim için âhiret azığı olmasını dileyerek onu Allah yolunda sadaka kıldım. Onu Allah'ın sana gösterdiği hayır yollarından herhangi birine tahsis buyur" dedi. Hz. Peygamber (s.a.v),
"Senin bu hareketin ne kadar iyi ve manevî kazancı en büyük bir harekettir. Ancak bahçen çok iyi ve kârlı bir mal olduğu için onu yakınlarına tahsis etmeni uygun görüyorum" dedi. Ebû Talha da,
"Öyle yapayım yâ Resûlallah" dedi ve bahçesini amcası oğulları ile diğer akrabaları arasında taksim etti."402
399 Âl-i İmrân 3/92.
400 Gazâlî, İhya, 1/411.
401 Âl-i İmrân 3/92.
402 Buhârî, Zekât, 44; Müslim, Zekât, 14 (nr. 42); Münzirî, et-Tergîb ve't-Ter hîb, 1/669 fnr. 1283, Beyrut 1999); Kandehlevî, Hayâtü's-Sahâbe, 2/233.

Elli Binlik Bahçe
Tabiînden Abdullah b. Ebû Bekir el-Ensârî anlatıyor:
Hz. Peygamber'in ashabından Ebû Talha bir gün Medine'nin Kuf vadisindeki hurma bahçesinde namaz kılıyordu. Meyvelerin iyice olgunlaştığı bir mevsimdi. Hurma salkımları da başlarını yere eğmiş, sallanıp duruyordu. Bir ara gözü meyvelere takıldı ve onların bu hali pek hoşuna gitti. Namaz kıldığını hatırlayıp kendini toparladı. Bu defa da kaç rek'at kıldığını hatırlayamadı.
"Benim bu malım doğru dürüst namaz kılmama engel oldu" diye söylendi.
O vakitler Hz. Osman halifeydi, doğruca onun yanına gitti ve başına geleni ona anlattı. Sonra sözünü şöyle tamamladı:
"Bu bahçeyi Allah rızâsı için sadaka veriyorum. Onu hayır işlerinde kullan."
Hz. Osman o bahçeyi 50.000 dirheme sattı. O günden sonra bu bahçe "Elli binlik bahçe" diye anıldı.403
Allah Yolunda Fedakârlık
Tebük seferinde İslâm ordusuna yardım toplamak icap etti. Çünkü mevsimin en sıcak zamanı ve yolculuk mesafesi çok uzundu. Abdurrahman b. Habbâb es-Sülemî anlatıyor:
Hz. Peygamber (s.a.v), bir hutbe vererek ashabından Ceyşü'l-İsre'ye yardım etmelerini istedi. Hz. Osman (r.a),
403 Mâlik, Muvatta', Salât, 18 (nr. 70)
"Ben yükleriyle birlikte 100 deve veririm" dedi.
Resûlullah (s.a.v) minberden bir basamak aşağıya inip bir daha söyledi. Hz. Osman,
"Ben yükleriyle birlikte 100 deve daha veririm" dedi.
Baktım, Hz. Peygamber (s.a.v) hayret edercesine elini sallayıp,
"Osman'ın bu fedakârlığından sonra artık ona bir zarar yoktur" buyurdu.404
Huzeyfe der ki: Hz. Peygamber (s.a.v), Tebük Savaşı'nın hazırlığını görürken Osman'a, yardımda bulunması için haber yolladı. Osman da 10.000 dinar gönderdi. Paralar önüne dökülürken Resûlullah bir taraftan paraları evirip çeviriyor, bir taraftan da,
"Ey Osman, Allah senin gizli aşikâr işlediğin her günahı ve kıyamete kadar işleyeceğin bütün günahları affeylesin" diye dua ediyordu.405
Abdurrahman b. Avf'tan rivayet edildiğine göre o şöyle demiştir:
Hz. Peygamber (s.a.v), Tebük Savaşı'nın hazırlığını görürken Osman'ın 700 okka altın getirip Peygamber Efendimiz'e verdiğini gözümle gördüm."406
Katâde ise, "Osman, Tebük Savaşı'nda orduya ellisi at olmak üzere 1000 tane binek bağışında bulundu" demiştir.407
404Tirmizî, Menâkıb, 19 (nr. 3700); Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 4/75; Ebû Nuaym, Hilyetü'l-Evliyâ, 1/97 (Beyrut 1997).
405Tirmizî, Menâkıb, 19 (nr. 3701); Kandehlevî, Hayâtü's-Sahâbe, 2/245.
406Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, 9/85; Kandehlevî, Hayâtü's-Sahâbe, 2/236.
407Kandehlevî, Hayâtü's-Sahâbe. 2/236.

Hasan'dan edilen rivayete göre ise, Osman (r.a), Tebük Savaşı'nda 950 deve ile elli at veyahut 970 deve ile otuz at verdi.408
Enes b. Mâlik anlatıyor:
Hz. Âişe bir gün hücresinde iken dışarıdan bir kalabalığın gürültüsünü duydu ve,
"Bu kalabalık nedir?" diye sordu.
"Abdurrahman b. Avf'ın kervanıdır. Şam'dan geliyor. Beraberlerinde her şey var" dediler.
Kervan 700 deve idi. Ses ve gümbürtülerinden Medine sarsılıyordu. Hz. Peygamber (s.a.v),
"Abdurrahman b. Avf'ın emekleyerek cennete girdiğini gördüm" buyurdu.
Abdurrahman b. Avf da Resûlullah'ın böyle buyurduğunu duyunca,
"Gücüm yeterse, cennete -emekleyerek değil- ayakta yürüyerek girmek istiyorum" dedi ve o 700 devenin hepsini yükleriyle beraber Allah yolunda sadaka olarak dağıttı.409
Allah Tarafından Övülen Aile
İbn Abbas'ın (r.a) bildirdiğine göre Hz. Ali ve Hz. Fâtıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'in hastalıktan selâmet bulmaları üzerine üç gün adak orucu tutuyorlardı. İlk gün iftarlık olarak arpa unundan bir yemek yapmışlardı. Tam iftar edecekleri sırada kapıları vuruldu. Gelen, aç ve yoksul biriydi.
408 Kandehlevî, Hayâtü's-Sahâbe, 2/236.
409 Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 6/115; Taberânî, el-Mu'cemü'l-Kebîr, nr. 264; Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, nr. 14892;
Mübarek aile, ellerindeki yemeği canı gönülden Allah için fakire ikram edip kendileri su ile iftar ettiler.
İkinci gün olup iftar vakti geldiğinde bu sefer kapıya bir yetim gelmişti. O günkü yiyeceğini de yetime verip yine su ile iftar ettiler.
Üçüncü gün ise iftar vakti bir esir yardım istemek için kendilerine müracaat edince büyük bir sabır örneği göstererek, seve seve iftarlıklarını esire verdiler ve su ile iftar ettiler.
Bunların bu güzel hareketleri üzerine,
"Onlar, kendi canları çekmesine rağmen, yemeği yoksula, yetime ve esire yedirirler" 410 âyet-i kerîmesi nazil oldu.411
Paraları Nasıl Dağıttılar?
Hz. Ömer'in (r.a) veznedarı Mâlik ed-Dâr anlatıyor:
Bir gün Hz. Ömer bir keseye 400 dinar koydu ve hizmetçiye,
"Bunu Ebû Ubeyde b. Cerrâh'a götür. Onun bu parayı ne yaptığını görmek için bir bahane uydurup orada biraz oyalan" dedi.
Hizmetçi 400 dinarı Ebû Ubeyde b. Cerrâh'a götürdü ve,
"Bunu size müminlerin emîri gönderdi ve şahsî ihtiyaçlarınız için harcamanızı söyledi" dedi.
Ebû Ubeyde b. Cerrah,
"Allah işini rast getirsin ve ona merhamet etsin" diyerek para kesesini aldı.
410İnsân 76/8.
411Zamehşerî, Keşşaf, 4/197.
Sonra cariyesini çağırdı ve ona,
"Şu 7 dinarı falana götür, şu 5 dinarı filana götür" diyerek bütün parayı dağıttı.
Daha sonra hizmetçi Hz. Ömer'in yanına döndü ve gördüklerini anlattı.
Hz. Ömer yine bir keseye 400 dinar koydu ve hizmetçisine,
"Bunu da Muâz b. Cebel'e götür. Onun bu parayı ne yaptığını görmek için orada biraz oyalan" dedi.
Hizmetçi keseyi alıp Muâz b. Cebel'e götürdü ve,
"Bunu size müminlerin emîri Ömer gönderdi ve şahsî ihtiyaçlarınız için harcamanızı söyledi" dedi.
Muâz b. Cebel,
"Allah ona merhamet etsin ve işini rast getirsin" deyip para kesesini aldı.
Sonra cariyesini çağırdı ve ona,
"Şunları falanın evine götür, şunları filanın evine götür" dedi.
Muâz'ın karısı araya girerek,
"Vallahi biz de fakiriz, bize de ver" dedi.
Kesede sadece 2 dinar kalmıştı. Muâz onu da karısına verdi.
Hz. Ömer'in hizmetçisi, Hz. Ömer'e dönerek gördüklerini anlatınca, Hz. Ömer buna çok sevindi ve şöyle dedi:
"Onlar birbirinin kardeşidir; biri ne ise öteki de odur."412
412 Taberânî, el-Mu'cemü'l-Kebîr, 20/33 nr. .47; İbnü;l-Mübârek, ez-Zühd, nr. 511; Ebû Nuaym, Hilyetü'l-Evliyâ, 1/301 (Beyrut 1997); Zehebî, Siyeru Alâmi'n-Nübelâ, 1/456.
Hangisi Cömert?
Cömertliği ile meşhur Hâtem-i Tâî'ye bir gün dost ve arkadaşları,
"Senden daha cömert bir kimse var mı acaba?" diye sordular. O,
"Evet, var" dedi ve başından geçen bir hadiseyi şöyle anlattı: Bir gün gencin birine misafir olmuştum. Genç, fakir bir kimse olmasına rağmen bana bir koyun kesip hazırlattı, önüme koyunun böbreği geldiğinde,
"Ben koyunun böbreklerini çok severim" dedim. Bir ara ev sahibi genç ortalıktan kayboldu. Biraz sonra baktım ki yedi koyunun yedisini de kesmiş, böbreklerini hazırlamış, önüme getirdi.
Ben şaşkınlık içerisinde kalmıştım. Çünkü biliyordum ki genç fakir bir kimseydi.
"Bunu niçin yaptın? Benim için, varın yoğun olan yedi koyunu kestin. Ben sana böyle yap, demedim. Sadece koyun böbreğini sevdiğimi söyledim" dediğimde bana şu karşılığı verdi:
"Bana misafir gelmiş, hiç onun sevdiği bir şeyi ikram etmemem olur mu? Ben sizin hoşunuza giden bir şeyin sahibi olayım da onu misafirime sunmakta kıskanç davranayım? Hiç böyle şey olur mu?"
Gencin bu misafirperverliğine hayran kalmıştım, gözlerim yaşardı... diye anlattı. Hâtem-i Tâî'ye,
"Onun iyiliğine karşı sen ne yaptın?" diye sordular. O,
"300 baş kızıl tüylü deve ve 500 baş da koyun gönderdim" deyince...
Hâtem'in dostları,
"Olmadı, demek ki sen ondan daha cömertmişsin" diye karşılık verdiler. Hâtem-i Tâî,
"Hayır, o benden cömert, çünkü o bana nesi varsa ikram etti, bense ona sadece servetimin ancak pek az bir kısmını gönderdim" dedi.
İhlâsla Verilen Sadakanın Neticesi
Ebû Hüreyre'nin (r.a) bildirdiğine göre Allah Resulü (s.a.v) şöyle buyurdular:
Bir adam, "Bu gece mutlaka bir sadaka vereceğim!" deyip sadakasıyla çıktı. Fakat (farkına varmadan) onu bir hırsızın avucuna sıkıştırdı. Sabah olunca herkes,
"Bu gece bir hırsıza sadaka verilmiş!" diye dedikodu yaptı. Adam:
"Yâ Rabbi, bir hırsıza sadaka verdiğim için sana ham-dediyorum" dedi ve ilâve etti: "Ancak mutlaka bir sadaka daha vereceğim!"
Yine sadakasıyla çıktı. (Gece karanlığında bu sefer de) zina eden birinin avucuna sıkıştırdı. Sabahleyin herkes,
"Bu gece zina eden bir kadına sadaka verilmiş!" diye dedikodu yaptı. Adam,
"Allahım, bir hırsız ve zina eden bir kadına sadaka ver-diğim için sana hamdolsun! Yine de bir sadakada bulunacağım!" dedi. Sadakasıyla birlikte sokağa çıktı. (Karanlıkta) bu sefer de bir zenginin eline sıkıştırdı. Sabahleyin herkes,
"Bu gece bir zengine sadaka verilmiş!" diye dedikodu yaptı. Adam,
"Allahım, bir hırsız, zina eden bir kadına ve bir zengine sadaka verdiğim için sana hamdediyorum!" dedi (Bilâhare rüyasında ona gelip şöyle denildi):
"Senin sadakaların kabul edildi. Şöyle ki: İhlâsla (yani Allah rızâsı için vermen sebebiyle) hırsızın hırsızlıktan vazgeçip iffete gelmesi, zina edenin zinadan vazgeçmesi, zenginin ibret alıp Allah'ın kendine verdiklerinden tasad-duk etmesi umulur."413
412Buhârî, Zekât, 14; Müslim, Zekât, 24 (nr. 78); Nesâî,-Zekât, 47; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/322. İbn Hibbân, es-Sahîh, nr. 3356.
Bitti... Dualarınızda bizi de hatırlamanız dileği ile...

CÖMERETLİĞİN ZİRVESİ İSÂR

îsâr, kendisi muhtaç olduğu halde başkasını kendine tercih etmek ve önce onun ihtiyacını yerine getirmektir. Kendisi muhtaç olduğu halde başkasına vermesi, şüphesiz daha mühimdir.
Hz. Peygamberin (s.a.v) ahlâkı hep bu idi. Onun yüksek terbiyesinde yetişen sahâbe-i kiram içinde bu ahlâka sahip pek çok kimse vardı. Hak Teâ!â,
"Onlar kendileri ihtiyaç içinde olsalar bile, başkalarını kendilerine tercih ederler"362 âyetiyle onların bu üstün halini övmüştür.
Hz. Âişe (r.ah), "Habib-i Kibriya Efendimiz (s.a.v) dünyadan irtihal edinceye kadar üç gün birbiri peşine karnını doyurmamıştır. Dilesek doyurabilirdik, fakat başkalarını kendi üzerimize tercih ederdik" demiştir.363
Kendi ihtiyaçları varken, başkalarını tercih etmek hepsinin örneği, Hz. Peygamber'dir. Bir defasında bir arkadaşı ile bir misvak ağacından iki misvak yaptı. Misvakların biri eğri, diğeri düz ve doğru idi. Resûl-i Ekrem (s.a.v), misvakın güzel ve doğru olanını arkadaşına ve eğri olanı da kendisine ayırdı. Arkadaşı,
"Bu güzel misvak, size yakışır yâ Resûlallah" deyince Resûl-i Ekrem (s.a.v),
"Bir saat de olsa, bir kimse ile arkadaşlık edene, arkadaşlık hakkına riayet edip etmediği sorulur" buyurdu ve ar-
362 Haşr 59/9.
363 Gazâlî, İhya, 3/1804.
kadaşlık hakkının îsâr ile yani arkadaşını kendi üzerine tercih etmekle ödeneceğini anlatmış oldu.364
Yine Resûlullah (s.a.v), yıkanmak üzere Huzeyfe ile beraber kuyuya gittiler. Huzeyfe, Resûl-i Ekrem'in elbisesi ile onu örtüyor, görünmekten koruyordu. Sıra Huzeyfe'ye gelince, Hz. Peygamber de aynı şekilde Huzeyfe'ye perde tutmak istedi. Huzeyfe buna itiraz edince, Resûlullah (s.a.v),
"İki arkadaşın, Allah katında en sevimlisi, arkadaşına karşı daha müşfik davranandır" buyurdu.365
ONLARIN ÎSÂRI
Onlar, kendileri aç ve muhtaçken diğer mümin kardeşlerini tercih ediyor, ellerine geçeni önce onlara veriyorlardı. Bizzat çalışarak kazansalar da ellerine geçen nimetin kendilerine ait olduğunu hiç düşünmüyorlardı.
Her şeyin Allah Teâlâ'nın mülkü olduğunu yakînen biliyor ve kendilerini ancak bu mülkü yerine ve ihtiyaç içindekine ulaştırmakla görevli görüyorlardı. Ellerine geçen bir nimet için, "Ona en lâyık olan benim nefsimdir" demiyor; onun, mümin kardeşlerine verilmesinin Allah için daha uy-gun olduğunu düşünüyorlardı.
Onlar her durumda Allah Teâlâ'nın rızâsını arıyor, buna özellikle zor ve sıkıntılı anlarda dikkat ediyorlardı. Hz. Peygamber'in (s.a.v) buyurduğu gibi:
"Sadakanın en faziletlisi, en dar ve zor anlarda insanın karnı aç, kendi muhtaç iken başkasına verdiği sadakadır. "366
364 Gazâlî, İhya, 2/960.
365Gazâlî, İhya, 2/961.
366Ebû Davud, Vitir, 12 (nr. 1449); Nesâî, Zekât, 49 (nr. 2525).
Abdullah b. Ömer (r.a) şöyle der:
"Öyle zamanlar yaşadık ki aramızdan hiçbiri, müslüman kardeşinden daha çok altın ve gümüşe sahip olmayı düşünmedi..."367
Bu söz bize, ashabın cömertlik ve kardeşini kendine tercih konusunda nasıl davrandığını göstermektedir.
Şimdi, bu yüksek ahlâka ulaşmış gerçek şeref, iffet, edep ve hürriyet sahibi müminlerin örnek ahlâklarından birkaç numune görelim:
Abdullah b. Abbas (r.a), anlatıyor: Resûlullah (s.a.v), Benî Nadr ganimetlerini elde edince, ensara,
"Siz kendi isteğinizle, muhacir kardeşlerinizle malları-nızı ve evlerinizi bölüştünüz. Bu ganimette de onlara ortak oldunuz. Eğer isterseniz mal ve evleriniz size kalsın, bu ganimetten size bir şey vermeyelim, hepsini muhacirlere dağıtalım"buyurdu. Bunun üzerine ensar,
"Hayır, biz mallarımızı ve evlerimizi onlarla bölüştük; bu devam etsin. Ayrıca bizler, bu ganimetteki payımızdan da vazgeçip hepsini onlara veriyoruz" dediler. Bunun üzerine Allah Teâlâ,
"Onlar kendileri ihtiyaç içinde olsalar bile, başkalarını nefislerine tercih ederler"368 âyet-i kerîmesini indirdi."369
Abdullah b. Ömer şöyle anlatıyor: "Resûl-i Ekrem'in (s.a.v) ashabından birine bir koyun kellesi takdim edildi. O
367 Heysemî, ez-Zevâid, 10/285; Kandehlevî, Hayâtü's-Sahâbe, 3/80.
368 Haşr 59/9.
369 Kurtubî, el-Câmi li-Ahkâmi'l-Kur'ân, 9/25; Begavî, Meâiimü't-Tenzîl, 8/77.
zat, "Falanca benden daha açtır, kelleyi ona verin" dedi. Öteki zat da aynı şekilde söyledi. Böylece kelle yedi kişiyi dolaştıktan sonra, tekrar önceki adama geldi. Çünkü aç olanı o idi."370
Huzeyfe şöyle anlatıyor: Yermük Savaşı'nda yaralılar arasında kalan amcazademi aramak üzere çıktım. Yanım-da bir miktar suyum vardı. Amcazademi buldum. Su isteyip istemediğini sordum. İsterim, dedi. Tam suyu vereceğim sırada öteden biri,
"Âh su!" diye inledi. Amcazadem ona gitmemi ve suyu götürmemi işaret etti. Gittim baktım ki Hişâm b. Âs. Tam ona su vereceğim sırada öteden biri, "Âh su!" diye inledi. Hişâm da beni ona gönderdi. Ona gidinceye kadar o öldü. Hişâm'a döndüm, o da ölmüştü. Amcazademe geldiğimde o da vefat etmişti. Velhasıl su elimde kalmıştı. Allah hepsine rahmet etsin.371
Enes b. Mâlik (r.a) naklediyor:
"Abdurrahman b. Avf, Medine'ye hicret ettiği zaman Resûlullah (s.a.v) onu Sa'd b. Rebî ile kardeş yaptı. Sa'd b. Rebî, Abdurrahman b. Avf'a,
"Malımı ikiye bölüp yarısını sana vereceğim. Bir de benim iki hanımım var; bunlardan hangisini istersen onu boşayayım, iddeti bitince onunla evlen!" diye teklifte bulundu. Abdurrahman b. Avf da,
370Kurtubî, el-Câmi li-Ahkâmi'l-Kur'ân, 9/24; Kandehlevî, Hayâtü's-Sahâbe, 2/239; Gazâlî, ihya, 2/960; Kimyâ-yı Saadet, s. 281.
371Kurtubî, el-Câmi li-Ahkâmi'l-Kur'ân, 9/27; Sühreverdî, Avârifü't-Maârif, s. 249; Gazâlî, İhya, 3/1806; Kimyâ-yı Saadet, s. 501; Bursevî, Rûhu'l- Beyân, 3/446.
"Kardeşim! Allah Teâlâ senin ehline ve malına bereket versin. Sen bana çarşının yolunu göster" dedi ve ticaretle meşgul oldu.372
Hz. Enes (r.a) anlatıyor:
"Muhacirler Medine'ye geldikleri vakit ellerinde hiçbir şey yoktu. Ensar ise arazi ve akar sahibi kimselerdi. Her yıl mallarını, ürünlerinin yarısını onlara vermek, bunlar da çalışma ve bakım işlerini üzerlerine almak şartıyla anlaştılar. Enes'in annesi kendine ait olan bir hurmalığı Resûlul-lah'a (s.a.v) verdi. Resul-i Ekrem (s.a.v) Hayberliler'le savaşıp orayı fethettikten sonra muhacirler, bağlarını ensara iade ettiler. Hz. Peygamber de fs.a.v) zikri geçen hurmalığı Enes'in annesine iade etti."373
Yine Hz. Enes (r.a) anlatıyor:
"Hz. Resûlullah (s.a.v) Medine'ye teşrif ettiğinde, ensar ile muhacirleri kardeş yaptı. Bir zaman sonra muhacirler Hz. Peygamber'e (s.a.v) gelerek,
'Yâ Resûlallah! Biz bu ensar gibi fazla malından bolca dağıtan, az malını da eşitçe paylaşan bir topluluk görmedik. Bizi hiçbir yükün altına sokmuyorlar, elde ettikleri meyve ve geliri ise bizimle ortak paylaşıyorlar. Bu durumda bütün sevabı onların alıp bize bir şey kalmamasından korkuyoruz' dediler.
Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v),
372 Buhârî, Menâkıbü'l-Ensâr, 3; Tirmizî, Birr, 22; Nesâî, Büyü, 97; Sühreverdî, Avârifü'i-Maârif, s. 252; Gazâlî, İhya, 2/960; Bursevî, Rûhu'l-Beyân, 7/182.
373 Buhârî, Hibe, 35; Müslim, Cihâd, 24 (nr. 70), Kurtubî, el-Câmi li-Ahkâmi'l- Kur'ân, 9/25.
'Hayır, korkmayın. Siz onlara hayır dua ve güzelce teşekkür ettiğiniz sürece siz de sevap alırsınız.' buyurdu. "374
Ebü'l-Hasan Antakî anlatıyor: "Bir defa otuz küsur kişi etrafında toplandı. Kendileri Rey şehrinin civarında bir köyde bulunuyordu. Bunların sayılı çörekleri vardı, hepsine yetmezdi. Onları parçaladı, ışıkları söndürdü ve yemeğe oturdular. Sofra kalktığı vakit ekmeklerin olduğu gibi sofrada durduklarını ve birbirlerini tercih ederek kimsenin yemediğini gördüler."375
ONLARIN HALİ
Din kardeşinin ihtiyacını kendi ihtiyacı gibi görme ve onunla aynı şartları paylaşma ahlâkı, hiç de kolay bir ahlâk değildir. Sahabe ve tabiînden sonra bu ahlâka sahip insanlar azalmış olsa da yine de eksik olmamıştır.
Onları îsâra sevkeden şey, tabiatlarında bulunan aşırı şefkat ve merhamet ile dine bağlılıklarından dolayı yakîn duygusudur. Bu duygularla, ellerinde olanı başka kardeşlerine verip kendileri yokluğa sabrederler. Bu ümmetin sâlihleri, Hz. Peygamber'den (s.a.v) emanet alınan bu yüksek ahlâkları korumuşlar ve onları sonraki nesillere aktarmışlardır.
Velîler sultanı Cüneyd-i Bağdadî (k.s), kendisinden bir şey isteyeni hiçbir zaman geri göndermez ve,
374 Tirmizî, Kıyamet, 44; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/200.
375 Kurtubî, el-Câmi li-Ahkâmi'l-Kur'ân, 9/27; Gazâlî, İhya, 3/1805; Kimyâ-yı Saadet, s. 501; Sühreverdî, Avârifü'l-Maârif, s. 249.
"Hz. Peygamberin (s.a.v) ahlakıyla ahlâklanmaya uğraşıyorum" derdi.376
Büyük velîlerden İbrahim b. Edhem (k.s) demiştir ki: "Biz öyle insanlara yetiştik ki onlardan biri, elindeki eşyaya kendisinin, din kardeşinden daha çok hak sahibi olduğunu düşünmezdi. Ancak kendisinin ona daha çok ihtiyacı varsa o zaman kullanma sırasının kendisine geldiğini düşünürdü."377
Sehl b. İbrahim şöyle anlatıyor: İbrahim b. Edhem'le dost idik. Bir keresinde ağır bir hastalığa tutulmuştum. Bunun üzerine İbrahim b. Edhem, elindeki her şeyi benim sıhhatim için harcadı. Sonra iyileşmeye başladım. Bir ara kendisinden canımın çektiği yiyecek bir şeyler istedim. Elinde bir şeyi kalmadığından merkebini satıp arzumu yerine getirdi. Sıhhate kavuştuğumda bir yere gitmek için merkep lâzım oldu ve,
"Ey İbrahim, merkep nerede?" diye sordum. İbrahim b. Edhem, "Sattık" dedi.
Sıhhatim yol yürümeye müsait olmadığı için, "Peki, ama şimdi ben neye bineceğim?" dedim. O arifler sultanı,
"Sırtıma bineceksin kardeşim!" dedi ve beni üç konak mesafesi boyunca sırtında taşıdı.378
376 Şa'rânî, Tenbîhü'l-Muğterrîn, s. 245.
377 Şa'rânî, Tenbîhü'l-Muğterrîn, s. 251.
378 Kuşeyrî, Risale, s. 392; İbnü'l-Mülakkın, Tabakatü'l-Evliyâ, s. 10.
Anlatılır ki Mesrûk, ağır bir borcun altına girdi. Allah için kardeşi olan Hayseme'nin de borcu vardı. Mesrûk, gitti hiç haberi olmadan Hayseme'nin borcunu ödedi, Hayseme de haberi olmadan gizlice Mesrûk'un borcunu ödedi.379
Velîlerden Meymûn b. Mihrân'a (rah),
"Görüyoruz ki seni hiçbir arkadaşın terketmiyor, bunun sebebi nedir?" diye sorduklarında hazret şu cevabı vermiştir:
"Ben kardeşimin bende bulunan bir şeyi sevdiğini gör-düğüm zaman onu kendisine veririm. Benim o şeye daha lâyık olduğumu düşünmem."380
Süleyman el A'meş (rah.), kendi zamanındaki insanlarla önceki büyüklerin halini şöyle anlatmıştır:
"Şu zamanımızdaki insanlar bir din kardeşiyle karşılaştıklarında, ondan, evindeki çoluk çocuğa hatta tavuklara varıncaya kadar haber sorar. Bununla birlikte eğer kendisinden bir dirhem istense onu vermez.
Selef-i sâlihin ise uzun süreden sonra karşılaştığı mümin kardeşine kısaca, 'Nasılsınız?' veya, 'Allah size selâmet versin, ne haldesiniz?' sözünden fazla bir şey söylemezlerdi. Bununla birlikte, kendisinden malının yarısını vermesi istense hemen verirdi."381
Bâyezid-i Bistâmî (k.s) şöyle anlatıyor:
Belhli bir gencin beni mahcup eden sözünü hiç unutmam. Bu delikanlı hac için gelmiş ve bana,
379Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtü'l-Kulûb, 2/217; Gazâlî, Kimyâ-yı Saadet, s. 281.
380Şa'rânî, Tenbîhü'l-Muğterrin, s. 254.
381Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtü'l-Kulûb, 1/164.
"Siz zühdü nasıl anlarsınız?" diye sormuştu. Ben de,
"Bulunca yeriz, bulamayınca sabrederiz" dedim. Delikanlı,
"Bunu bizim Belh'in köpekleri de yapıyor" dedi. Bu sefer ben,
"Size göre zühdün ölçüsü nedir?" diye sordum. O da,
"Biz bulamayınca şükreder, bulunca başkalarına dağıtırız" dedi.382
Büyük ve meşhur velîlerden Serî es-Sakatî hazretleri anlatır:
"Bir gün bir hata işledim. O hatanın ateşi otuz yıldır içimde durmakta, hatırladıkça kalbim cayır cayır yanmaktadır. Bir gün Bağdat şehrinde, dükkânımın bulunduğu semtte yangın çıktı. Bütün dükkânlar yandığı halde yalnız benim dükkânım yanmamıştı. Dükkânımın yanmadığı haberi gelince, 'Elhamdülillah' diye Allah Teâlâ'ya şükrettim. Hemen akabinde, başkalarının zarar ve ziyanını düşünmediğimi hatırlayıp, çok tövbe ve istiğfar ettim. Kefaret olarak dükkânımdaki bütün mallarımı fakirlere dağıttım. Fakat otuz yıldır kalbimden bunun acısını silemedim."
Sıddıklar Mertebesi
Ariflerin güzel ahlâklarından biri de îsârdır. Onları îsâra sevkeden sebep, tabiatlarındaki halka karşı son derece acıma duygusu ve şefkatle, dindeki yakînlerinin kuvvetli oluşudur. Onlar, ellerinde olanı, karşılık beklemeden kardeşlerine infak ederler; olmayana da sabrederler.
382 Kurtubî, el-Câmî li-Ahkâmi'l'Kur'ân, 9/27; Sühreverdi, Avârifû'l-Maârif, s. 248.
Isâr, kişinin arkadaşını tercih edip, onun ihtiyacını kendi ihtiyacından önce düşünmektir. İşte bu, sıddıklar mertebesi ve Allah için sevişenlerin en üstün derecesidir. Canını da kendi üzerine tercih etmek, bu mertebenin meyvelerindendir. Nitekim hikâye olunduğuna göre, Halife Mu-vaffak zamanında, Gulâm Halil b. Ahmed bazı sûfîleri halifeye şikâyet edip haksız yere suçladılar. Halife bunların yakalanıp cezalandırılmasını emretti. Cüneyd-i Bağdadî, kendisini fakih göstererek kurtuldu. Şehham, Rakkam ve Ebü'l-Hüseyin en-Nûri yakalanıp nezarete alındılar. Boyunları vurulmak üzere sergi serilince Nuri öne atıldı. Cellât kendisine,
"Niçin acele ediyorsun?" diye sordu. Nuri,
"Kardeşlerimin bir saat fazla yaşamaları için ölüme kendimi tercih ediyorum, önce beni öldürünüz" dedi. Cellât hayret içinde kaldı, ellini geri çekti. Hadise halifeye haber verildi. Halife sûfîlerin halini incelemek üzere, Kadılkudat İsmail b. İshak'a haber gönderdi. Kadı, Ebü'l-Hüseyin en-Nûri'ye fıkıhla ilgili birtakım sorular sordu. Nuri hepsine çok güzel cevaplar verdi. Sonra sözlerine şöyle devam etti:
"Allah Teâlâ'nın öyle kulları vardır ki, kalktıklarında Allah ile kalkarlar, konuştuklarında Allah ile konuşurlar..." Nuri, kadıya öyle hikmetli sözler söyledi ki kadı ağladı, sonra halifeye bir haber göndererek,
"Eğer bu topluluk zındık ise yeryüzünde hiçbir muvahhid yoktur" dedi. Halife de onları sebest bıraktı.383
383 Ebû Nuaym, Hilyetül-Evliyâ, 10/250; Kuşeyrî, Risale, s. 248; Gazâlî, İhya, 2/959. Sühreverdî, Avârifü'l-Maârif, s. 251. ibn Hacer el-Heytemî, et-Felâva'l-Hadîsiyye, s. 332; Yâfiî, Ravzü'r-Reyâhîn, s. 34; Neşrü'l-Mehâsin, s. 229, 422; Bursevî, Rûhu'l-Beyân, 5/359, 7/382.
Bunun gibi, Resûl-i Ekrem gece vakti düşmanları tarafından evi sarıldığında yatağına Hz. Ali'yi yatırarak evden çıktı. Hz. Ali ölümü göze alarak yatağına girdi. Allah Teâlâ Cebrail ile Mîkâil'e,
"Ben sizi kardeş ettim, birinizin ömrünü de diğerinden uzun yapacağım, hanginiz öbürünü tercih eder?" buyurdu. Hiçbiri öbürünü tercih etmedi. Her ikisi de kendisinin yaşamasını istedi. Bunun üzerine Allah Teâlâ onlara şöyle vahyetti:
"Ali gibi olamadınız. Onları da kardeş ettim. Ali çekinmeden nefsini feda ederek onun yatağına yattı ve Peygamber'i kendi üzerine tercih etti. Hemen yere ininiz ve onu muhafaza ediniz" buyurdu. Cebrail başucunda, Mîkâil de ayakucunda durdu ve Cebrail, Hz. Ali'ye, "Yat, yat var mı senin gibisi, Allah Teâlâ seninle meleklere övünüyor!" dedi. Bunun üzerine Allah Teâlâ,
"İnsanlardan öyleleri de var ki Allah'ın rızâsını kazanmak için kendi canını feda eder. Allah da kullarına şefkatlidir"384 buyurdu.385
Bir başka örnek de Hz. Ebû Bekir'in hicret esnasında mağarada hayatını tehlikeye atarak canını, sevdiği Hz. Peygamber için feda etmesidir.386
384 Bakara 2/207
385 Râzî, Mefâtihu'l-Gayb, 2/350 (Beyrut 1994); Gazâlî, İhya, 3/1805; Kimyayı Saadet, s. 500. 386 bk. Tevbe 9/40.

CENNET YOLU

Cennet kapıları cömertler için açacaktır. Dünyada o kapıya giden yol cömertlik kapısıdır. Cennete ilk defa hak ve hakikati yaymak uğruna malını ve canını Allah rızâsı için harcayan cömertler gireceklerdir. Evet, onlar Rab'lerine fâni olan şeyler verecek ve bakiyi kazanarak ebediyete ereceklerdir.
Cömertlik, peygamberlerin ahlâkı ve kurtuluşun en güzel sebeplerinden biridir. Hz. Peygamber (s.a.v), cömertlikle cimriliği iki dala benzeterek şöyle buyurmuştur:
"Cömertlik cennetten dalları dünyaya uzanmış bir ağaçtır. Onun dallarından tutunanı cennete götürür. Cimrilik cehennemden dalları dünyaya uzanmış bir ağaçtır. Onun dallarından tutunanı ateşe götürür."345
Görüldüğü gibi bu dalların birinin kökü cennette, birininki de cehennemdedir.
Kim hangisinin ucuna takıhrsa onun kökünün bulunduğu yere varır.
İşaret etmeye gerek yoktur ki cömerdin tuttuğu dalın kökü cennettedir. Cimrinin tuttuğu dalın kökü de cehennemde.
Demek, cömertlik insanı en sonunda cennete götürür. Cimrilik de cehenneme...
Ashaptan Beşir b. Hasâsiyye es-Sedûsî (r.a) anlatıyor:
345 Beyhakî, Şuabü'l-İmân, nr. 10875; Ali el-Müttakî, Kenzü'l-Ummâl, nr. 15927; Aclunî, Keşfû'l-Hafâ, 1/398 (nr. 1467).
İslâm'a girmek üzere biat etmek için Hz. Peygamber'e (s.a.v) geldim. Bana şu şart ve telkinlerde bulundu:
"Allah'tan başka ilâh olmadığına, benim O'nun kulu ve Resulü olduğuma şehadet edeceksin, günde beş vakit namaz kılacaksın, ramazan orucunu tutacaksın, malından zekât vereceksin, hacca gidip Allah'ın evini ziyaret edeceksin ve Allah yolunda cihad edeceksin."
Ben kendisine dedim ki:
"Ey Allah'ın Resulü! Ben bu söylediklerinizden ikisine güç yetiremem. Onlardan biri zekâttır. Benim on tane devem var, onlarla ailemin geçimini temin ediyor, yüklerini taşıyorum. Diğer yapamayacağım şey de cihaddır. İnsanların dediğine göre, kim cihad meydanından kaçarsa Allah'ın gazabına uğruyormuş. Ben korkak bir adamım. Bir savaş patlak verdiğinde cihaddan kaçıp Allah'ın gazabına uğramaktan korkuyorum. Bunların ikisinden beni muaf tut, diğer bütün dediklerini yapmak için sana söz vereyim" dedim. Hz. Peygamber (s.a.v) elimi sıkıca tuttu, şöyle bir salladı ve,
"Sadaka yok, cihad yok; peki, cennete ne ile gireceksin?" buyurdu.
O zaman ben, bütün dediklerini yapmak üzere biat ettim.346
Hz. Âişe validemizden gelen bir rivayette ise Allah Resulü (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Cömert, Allah'a yakın, insanlara yakın, cennete yakın; ateşe/cehenneme uzaktır. Cimri, Allah'a uzak, insan-
346 Hâkim, el-Müstedrek, 2/80; Heysemî, ez-Zevâid, 1/42.
lara uzak, cennete uzak; ateşe/cehenneme yakındır. Cahil cömert, cimri âlime nazaran Allah'a daha sevimlidir." 347
Huzeyfe (r.a) der ki: "Nice tacirler var ki geçim hususunda aldırış etmezler, cömertlikleri sebebiyle cennete girerler." 348
İNSANLARIN EN CÖMERDİ
Cömertlik, Hz. Peygamber'in (s.a.v) en belirgin vasıflarından biridir. O, son derece cömertti. Kendisinden bir şey İsteyen hiç kimseyi geri çevirmezdi. O, verebileceği ne varsa hiç çekinmeden verirdi. Nitekim Câbir b. Abdullah (r.a) der ki: "Resûlullah (s.a.v) kendisinden herhangi bir şey istendiğinde, asla, 'hayır, yok' dememiştir."349
Abdullah b. Abbas (r.a), Hz. Peygamber'in (s.a.v) cömertliğini şöyle anlatır:
"Allah'ın Resulü, insanların en cömerdi ve en iyilik seveniydi. Ramazanda Cebrail ile buluşup karşılıklı Kur'an okurlardı. Allah'ın Resulü (s.a.v) âleme bereket getiren ve hayat esen rüzgârlardan daha cömertti."350
Hz. Ali de (r.a) şöyle diyor:
347 Tirmizî, Birr, 41 (nr. 1961); Heysemî, ez-Zevâid, 3/127, 7/127; Ali el-Müt-takî, Kenzü'l-Ummâl, nr. 10928; Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ, 1/145.
348Gazâlî, ihya, 3/1786.
349Buhârî, Edeb, 39; Müslim, Fezâil, 14 (nr. 57); Tirmizî, Şemail, nr. 352; Atv medb. Hanbel, el-Müsned, 3/307; Dârimî, Mukaddime, 12; Begavi, el-Envâr fi Şemâili'n-Nebî, 1/283.
350Buhârî, Bed'ü'l-Halk, 6, Menâkıb, 23; Müslim, Fezâil, 12 (nr. 50); Tirmizî, Şemail, nr. 353; Beyhakî, Delâilü'n-Nübüvve, 1/326; Begavî, el-Envâr fi Şemâili'n-Nebî, 1/282.
"Resûlullah'tan bir şey istendiği zaman, eğer bu isteği yerine getirmek isterse, 'peki' derdi. Yapmak istemediği zaman da susardı. Hiçbir şey için 'hayır' dememiştir."351
Şimdi Hz. Ömer'in (r.a) naklettiği şu hadiseye bakalım: Hz. Peygamber'in (s.a.v) huzuruna bir yoksul gelir, bir şey ister. Fakat istediği şeye sahip olamadığı için Resûlullah (s.a.v) üzülür ve ona gidip çarşıdan satın almasını, borçlu olarak da kendi adının yazılmasını, eline para geçtiğinde ödeyeceğini söyler. Halbuki aynı kişiye daha önce de yardım edilmiştir. Bunu bilen Hz. Ömer,
"Yâ Resûlallah, bu kişiye daha önceleri de yardım ettiniz, şimdi bu teklife ihtiyaç var mıdır?" demek ister. İster ama Hz. Peygamber (s.a.v) Hz. Ömer'in sözünden pek hoş-nut olmaz; bu yüzünden anlaşılır. O anda ensardan bir zat,
"Yâ Resûlallah infak et, arşın sahibi olan Allah kendinizi fakir düşürür, diye korkma!" diyerek görüşünü açıklar. Hz. Peygamber (s.a.v) bu zatın görüşünü beğenir ve,
"Ben infak ve yoksulluktan korkmamakla emrolundum" buyurur.352
Ukbe b. Haris (r.a) anlatıyor:
Resûlullah (s.a.v) bize ikindi namazı kıldırmıştı. (Selâm verince) acele ile cemaati yarıp evine girdi. Halk onun bu telâşesinden hayrete düşmüştü. Ancak geri dönmesi gecikmedi. Gelince, halkın merakını yüzlerinden anlayan Hz. Peygamber (s.a.v), onlara durumunu şöyle açıkladı:
351 Heysemî, ez-Zevâid, 9/13; Kandehlevî, Hayâtü's-Sahâbe, 3/78.

352 Tirmizî, Şemail, nr. 355; Heysemî, ez-Zevâid, 10/241; Begavî, el-Envâr fi Şemâili'n-Nebî, 1/287.
"Yanımda kalan bir miktar altın vardı, (namazda) onu hatırladım. Beni meşgul etmesinden korktum ve hemen gidip dağıttım."353
Rivayete göre adamın biri Hz. Peygamber'e (s.a.v) başvurarak yardım istedi. Allah Resulü de kendisine kırk koyun verilmesini emretti. Adam kavminin yanına döndüğünde,
"Ey kavmim, müslüman olun, Muhammed fakirlikten korkmayan kişilerin verdikleri gibi ihsanda bulunuyor"dedi.354
Safvân b. Ümeyye (r.a) diyor ki: "Allah'a yemin ederim ki Resûlullah (s.a.v) bana çok ihsanda bulunmuştur. Baş-langıçta o, bana göre insanların en çok buğzedilecek olanıydı. Fakat bana ihsan etmekte devam etti. Nihayet benim yanımda insanların en sevimlisi oldu."355
Hz. Âişe'den (r.a) naklolunduğuna göre Hz. Peygamber (s.a.v), kendisine bir hediye geldiği zaman, onu getiren kişiye daha fazla ve değerlisiyle karşılık verirdi. Resûlullah (s.a.v) devrinde yaşayan bir kadının naklettiği şu hadise buna misal teşkil edebilir: Bu hanım diyor ki:
"Peygamber Efendimiz'e (s.a.v) bir tabak taze hurma ile birkaç salatalık götürmüştüm. Bana altından mamul bir avuç dolusu kadın ziynetiyle karşılık verdi."356
353Buhârî, Ezan, 155, Zekât, 20; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 4/7, 384; Beyhakî, Şuabü'l-İmân, nr. 10436.
354Müslim, Fezâil, 14 (nr. 57) Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/175.
355Müslim, Fezâil, 14 (nr. 59); Tirmizî, Zekât, 30 (nr. 666); Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/401; 6/465; Begavî, el-Envâr tî Şemâili'n-Nebî, 1/286.
356 Tirmizî, Şemail, nr. 203, 356; Heysemî, ez-Zevâid, 9/13; Begavî, el-Envâr fî Şemâili'n-Nebî, 1/288.
Resûl-i Ekrem'in (s.a.v) hanımı Ümmü Seleme validemiz anlatıyor:
Resûlullah'ın yüzünde bir değişiklik hissettim. Sebebini sorunca,
"Dün aldığım 7 dinarı veremedim yanımda kaldı" buyurdu.357
Sehl b. Sa'd anlatıyor:
"Enmar yününden Resûlullah'a (s.a.v) bir cübbe dokudum. Astarını da siyah bezden yaptım. Resûl-i Ekrem (s.a.v) onu giyince,
"Bakın ne güzel ve ne yumuşak" buyurdu. O sırada bedevinin biri kalkarak,
"Yâ Resûlallah, onu bana hediye et" dedi. Resûl-i Ekrem (s.a.v) kendisinden bir şey istendiği vakit katiyen cimrilik etmezdi. Hemen sırtından çıkarıp cübbeyi adama verdi ve bir yenisini yapmasını emretti. O yenisi dokunurken Resûlullah {s.a.v) ebedî âleme intikal etti."358
Yine Sehl b. Sa'd anlatıyor:
Bir kadın Hz. Peygamber'e bir elbise getirip,
"Yâ Resûlallah! Bunu kendi elimle dokudum ve sana giydirmek için getirdim" dedi.
Resûl-i Ekrem'in böyle bir elbiseye ihtiyacı vardı. Elbiseyi aldı ve gidip giyindi, tekrar oraya döndü.
Orada bulunanlardan biri,
357Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 6/293; Heysemî, ez-Zevâid, 10/238.
358Kandehlevî, Hayâtü's-Sahâbe, 2/235.
"Yâ Resûlallah! Bu ne kadar güzel! Bunu bana giydir" dedi.
Hz. Peygamber (s.a.v), geri dönüp elbisesini değiştirdi ve elbiseyi o adama verdi. Ancak orada bulunanlar,
"Bunu söylemekle iyi etmedin. Resûlullah'ın buna ihtiyacı vardı. Sen, onun hiçbir isteyeni reddetmediğini bildiğin halde bunu kendisinden istedin" dediler. O da,
"Ben bunu giymek için istemedim, kefenim olsun diye istedim" diye cevap verdi.
Olayı anlatan sahâbî, gerçekten bu elbise, daha sonra o zatın kefeni oldu" demiştir.359
Hz. Enes'in (r.a) şu sözü de bu tip gelişmelere ışık tutmaktadır: "Bazan bir kimse ancak dünyayı isteyerek Müslümanlığa girerdi. Fakat İslâm'a girince artık Müslümanlık kendisine dünyadan ve dünya üzerindeki her şeyden daha sevimli olurdu."360
Beni O Maldan Kurtar
Tabiînin büyüklerinden Abdullah b. Lühya el-Hevzeni anlatıyor:
Halep'te, Hz. Peygamber'in (s.a.v) müezzini Bilal-i Habeşî ile karşılaştım. Ona,
359 Buhârî, Cenâiz, 28; Libâs, 18; Edeb, 39; İbn Mâce, Libâs, 1; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 5/333; Begavî, el-Envâr fî Şemâili'n-Nebî, 1/291.
360 Müslim, Fezâil, 14 (nr. 58).
"Yâ Bilal! Resûlullah (s.a.v) geçimini nasıl sağlardı? Şunu bana bir anlat" dedim. Bilal şunları söyledi:
"Hz. Peygamber'in öyle fazla bir şeyi yoktu. Onun peygamber olduğu zamandan dünyadan ayrıldığı güne kadar ev idaresine ben bakardım.
Yanına çıplak bir müslüman gelince hemen beni çağırırdı. Ben de parası olmadığı zamanlarda, Hz. Peygamber adına borçlanır, o adama elbise alıp giydirir, karnını doyururdum.
Bir gün müşriklerden biri bana,
"Bilal! Ben hali vakti yerinde biriyim. Borç alacağın zaman başkasına gitme, gel benden al" dedi.
Ben de öyle yaptım.
Yine bir gün abdest almış, ezan okumak üzere dışarı çıktım. Baktım ki kendisinden borç aldığım o müşrik, yanındaki birkaç tüccarla geliyor. Beni görünce,
"Hey Habeşli" diye seslendi. Ben,
"Buyur" dedim. Beni asık bir suratla karşıladı ve ağır bir söz söyledi. Ardından,
"Aldığın borcun süresinin dolmasına kaç gün var biliyor musun?" dedi. Ben,
"Süresi dolmak üzere" dedim.
"Tam dört gün var. O zaman aldığın borca karşılık seni yakalayıp köle edeceğim. Ben o parayı sana saygın biri olduğun için yahut ardından gittiğin adam saygın biri olduğu için vermedim. Benim kölem olasın, diye verdim. Eskiden olduğu gibi yine koyun güdeceksin" dedi.
Böyle durumlarda insan nasıl üzülürse ben de öyle üzüldüm. Yatsı namazını kıldıktan sonra Hz. Peygamber (s.a.v) ailesinin yanına gitti. Kendisini ziyaret etmek istediğimi bildirdim, bana izin verdi. Huzuruna çıkınca,
"Ey Allah'ın Resulü! Anam babam sana kurban olsun. Hani kendisinden borç aldığım bir müşrik vardı ya! O bugün bana şöyle şöyle hakaret etti. Biliyorum, bende de sizde de borcumuzu ödeyecek para yok. Adam beni rezil, kepaze etmek istiyor. Hak Teâlâ sana, beni sıkıntıdan kurta-racak bir imkân gönderene kadar bana izin ver. İslâmiyet'i kabul eden kabilelerden birinin yanına kaçıp sığınayım" dedim. Hz. Peygamber (s.a.v),
"Öyle istiyorsan git" buyurdular.
Hz. Peygamberin yanından ayrılıp evime geldim. Yola çıkmak üzere kılıcımı, erzak torbamı, ayakkabımı, kalkanımı hazırladım. Şafak sökerken yola çıkmaya karar verdim. Azıcık uyuyup uyanıyordum. Tan yeri ağarırken yola çıkmak istedim.
İşte o sırada birinin bana doğru koşup geldiğini gördüm. Adam,
"Bilal! Resûl-i Ekrem (s.a.v) seni çağırıyor" dedi.
Dönüp Hz. Peygamber'in yanına vardım. Bir de ne göreyim, yere çökertilmiş dört tane deve, üzerlerinde de yükleri duruyordu."
Resûlullah'ın huzuruna girmek için izin istedim. Hz. Peygamber (s.a.v) bana,
"Müjde Bilal! Allah Teâlâ sana borcunu ödeyecek imkân gönderdi" buyurunca Allah'a hamdettim. Hz. Peygamber (s.a.v) tekrar,
"Yoksa dışarıda çökertilmiş dört deveyi görmedin mi?" buyurdu.
"Gördüm, yâ Resûlallah!" dedim.
"O develer de üzerindeki yükler de senindir. O yüklerde giyecek ve yiyecek şeyler var. Onları bana Fedek'in yöneticisi hediye etti. Onları al ve borcunu öde" buyurdu.
Ben de develerin yükünü indirdim, hayvanları bağladım. Sonra sabah ezanını okumaya gittim. Sabah namazından sonra Bakî semtine vardım. Elimi kulağıma atıp,
"Hz. Peygamber'den kimin bir alacağı varsa gelsin" diye bağırdım.
Sonra Resûlullah'ın kime borcu varsa hepsini ödedim. Sonunda azıcık bir şey arttı. Gün bir hayli ilerlemişti. Doğruca Mescid-i Nebevî'ye gittim. Baktım ki Hz. Peygamber (s.a.v) yalnız başına oturuyor. Selâm verdim.
"Ne yaptın, borçlarını karşılayabildin mi?" diye sordu. Ben de,
"Allah Teâlâ Resûlü'nün üzerindeki bütün borçları ödedi, hiçbir borcu kalmadı" dedim.
"O maldan bir şey arttı mı?"
"Evet, arttı."
"Öyleyse beni onların yükünden kurtarmaya bak. Sen beni o malların sıkıntısından kurtarmadıkça ailemin yanına gidemem."
Allah Resulü (s.a.v) yatsı namazını kıldırdıktan sonra beni çağırttı ve,
"O malları ne yaptın?" diye sordu.
"Yanımda duruyor. Onlara ihtiyacı olan biri çıkmadı" dedim.
O gece Hz. Peygamber (s.a.v) evine gitmedi. Mescid-i Nebevî'de yattı.
Ertesi gün akşama doğru iki atlı geldi. Ben de onların ihtiyaçları olan giyecek ve yiyecekleri kendilerine verdim. Resûl-i Ekrem (s.a.v) yatsı namazını kıldırınca beni tekrar çağırdı ve.
"O malları ne yaptın?" diye sordu. Ben,
"Yâ Resûlallah! Allah Teâlâ seni o malların sorumluluğundan kurtardı" deyince Hz. Peygamber (s.a.v), yanında o mallar varken ölmediğine sevindi, tekbir getirip Allah'a hamdetti.
Sonra eşlerinin yanına gitmek üzere oradan ayrılınca ben de peşinden yürüdüm. Hanımlarını bir bir ziyaret edip onlara selâm verdi, en sonunda o geceyi geçireceği eşinin yanına gitti.
Bilal sözlerini şöyle tamamladı:
"Hz. Peygamberin geçimi hakkında sorduğun sorunun cevabı işte budur."361
361 Ebû Davud, Harâc, 35 (nr. 3055); Taberânî, el-Mu'cemü'l-Kebîr, nr. 1119; Bezzâr, Müsned, nr. 1382; Beyhakî, Delâilü'n-Nübüvve, 1/338.

İMAN ve CİMRİLİK

Bütün hayırların temeli Allah'ın hidayeti ve inayetidir, Allah Teâlâ bir kalbi hidayeti ile açar ve muhabbetiyle doldurursa, o insan artık bütün güzelliklerin kaynağı olur. Zira insanın kalbi açılmadan eli açılmaz. Kalbe ilâhî nur girmeden de kalp açılmaz. Müminin kalbine giren iman nuru kalpten İlk olarak inkâr ve şirki temizler. Sonra cimriliği ve bencilliği yok eder.
Evet, güzel ahlâkın kaynağı iman ve irfandır. İman en kıymetli bir cevherdir. Allah sevgisi hiç bitmeyen bir sermayedir. O'nu tanımak her şeye değer. O'nun sevgisi ile dolan bir gönül, dünyanın en zengin kalbidir. Artık bu kalbin cimri olması mümkün değildir.
Bunun içindir ki Kâinatın Efendisi Resûlullah (s.a.v),
''İman ile cimrilik bir kulun kalbinde asla bir arada bulunmaz"324 buyurmuştur.
Diğer bir hadiste ise mümin kişide bulunmaması gereken iki sıfatı ise şöyle bildirmiştir;
İki haslet vardır ki bir müminde asla beraber bulunmazlar. Bunlar cimrilik ve kötü ahlâktır."325
Demek ki bir insan hem mümin hem cimri olamaz; daima kendisini düşünüp komşusunu ve din kardeşini unutamaz.
Allah dostlarını başkalarına iyilik yapmaya ve onları kendilerine tercih etmeye sevkeden şey, kalplerindeki kuvvetli iman ve ihlâstır.
CÖMERTLİĞİN FAZİLETİ
Kur'ân-ı Kerîm'de cömertlik, cihad ile aynı seviyede tutulmakta, Allah'ın insanlara verdiği rızıktan diğer kulların da yararlandırılması istenmektedir.326 Cömertliğin, kıyamet gününde insanı her türlü sıkıntı, elem ve kederden kurtarmaya vesile olacağı bildirilmektedir.327 Bazı âyetlerde cömertlik alışverişe benzetilmekte, Allah Teâlâ'ya verilen bir borç olarak temsil edilmektedir.328
324 Buhârî, Edebü'I-Müfred, nr. 281; Nesâî, Cihâd, 8; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/324; Hâkim, el-Müstedrek, 2/72; İbn Hibbân, es-Sahîh, nr. 3240.
325 Buhârî, Edebü'l-Müfred, nr. 282; Tirmizî, Birr, 41; Beyhakî, Şuabü'l-İmân, nr. 8018; Deylemî, Firdevsü'l-Ahbar, nr. 2808; Harâitî, Mesâvi'l-Ahlâk, nr. 9.
326 bk. Bakara 2/254.
327 bk. Bakara 2/222.
328 bk. Bakara 2/244; Mâide 5/13; Hadîd 57/11.
Cömertlik aklın seviyesini, kalbin ise sevgisini gösterir. Akıllı insan kendini ve malını boş yere harcamaz. Canın ve malın emniyeti, onları nefsin arzusuna göre kullanmak değil, âhirette sermaye olacak şekilde harcamaktır.
Vermek Allah Teâlâ'nın ahlâkıdır. Cenâb-ı Hakk'ın ahlakıyla ahlâklanmak ise her zaman ve her yerde, ayağın sağlam bir zemine basması demektir.
Câbir b. Abdullah (r.a) rivayet eder: Hz. Peygamber'e (s.a.v) sordular:
"Ey Allah'ın Resulü! Hangi amel daha faziletlidir?" Buyurdular ki:
"Sabır ve cömertlik."329
Diğer bir hadiste ise cömertliğin güzelliği şöyle anlatılmıştır:
"Haline gıpta edilecek kişilerden biri de Allah'ın kendisine verdiği malı gece gündüz hayır yollarında harcayan kimsedir."330
Adamın biri Hz. Osman'a,
"Ey zenginler, bütün hayır ve manevî ecirleri siz zenginler kapmış bulunuyorsunuz; sadaka veriyorsunuz, köle azat ediyorsunuz, hacca gidiyorsunuz, Allah yolunda maddî yardımda bulunuyorsunuz" dedi. Hz. Osman (r.a),
"Siz bize imreniyor musunuz?" deyince adam,
"Evet, vallahi size imreniyoruz" dedi. Bunun üzerine Hz. Osman,
329 Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 4/385; Ebû Ya'lâ, Müsned, nr. 1854; Heysemî, ez-Zevâid, 1/59; ibn Hacer, el-Metâlibü'l-Âliye, nr. 3122.
330 Buhârî, Temenna, 5, Tevhîd, 45.
"Allah'a yemin ederim ki bir fakirin kendi boğazından kesip Allah yolunda verdiği tek bir dirhemi, çok olan bir maldan verilen on binlerden çok daha sevaplıdır" dedi.331
Anlatıldığına göre, Cenâb-ı Hak İbrahim aleyhisselâma,
"Biliyor musun ben seni niçin yakın dost seçtim?" diye sorduğu zaman Hz. İbrahim,
"Hayır, yâ Rabbi" dedi. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak,
"Görüyorum ki vermeyi seviyorsun, almaktan hoşlanmıyorsun. İşte sende bulanan bu iki haslet, bana dostluk mertebesine çıkmana sebep oldu" buyurdu.332
Hz. Ali (r.a), "Cömertlik günahları siler, kalplere sevgi eker" demiştir.
Diğer bir sözünde ise şöyle demiş: "Allah için cömertlik, mukarrebînin ibadetidir."
Cüneyd-i Bağdadî (k.s) demiştir ki: "Bir kimsede hilim, tevazu, cömertlik ve güzel ahlâk bulunursa bu dört haslet o kimsenin yüksek makamlara kavuşmasına sebep olur. Bunlar imanın kemalidir."
Bir kimse İbrahim b. Edhem'den (k.s) nasihat isteyince, "Bağlı olanı aç, açık olanı kapa" buyurdu. O kimse, "Ben anlamadım" deyince, "Kesenin ağzını aç, cömert ol, açık dilini de tut, çok konuşma" dedi.
331 Kandehlevî, Hayâtü's-Sahâbe, 3/222. 332Ebü Nuaym, Hilyetü'l-Evliyâ, 8/242; Mâverdî, Edebü'd-Dünyâ ve'd-Dîn, s.277
KENDİ ELİYLE VERMEK
Hz. Peygamber (s.a.v), insanlara dünyada yaşadıkla-rı sürece cömert olmalarını, işi öldükten sonraya bırakmamalarını tavsiye ederek şöyle uyarmıştır:
"Sadakanın en iyisi bizzat insanın kendisinin verdiği sadakadır. Sadaka sağ iken, malınız elinizde iken, istediğiniz kimseye istediğiniz kadar verdiğinizdir. Yoksa can boğaza geldikten sonra geç kalmış olursunuz. Bu durumda malınız sizden sonrakilere kalır ve onlar istediklerini yapar,"333
Şu halde, sonradan pişmanlık duymamak için, müslümanın cömert davranarak Allah Teâlâ'nın kendisine ihsan ettiği malını sağlığında Allah yolunda ve O'nun rızâsına uygun bir biçimde harcaması gerekir. Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor:
"Sizden birinize ölüm (alâmetleri) gelip de, 'Ey Rabbim, beni yakın bir zamana kadar geciktirsen de sadaka versem ve salihlerden olsam' demeden önce size, rızık olarak verdiğimiz şeylerden (Allah yolunda) harcayın."334
Hâris b. Nu'mân'ın gözleri görmüyordu. Bunun için namaz kıldığı hücrede kapıya kadar uzanan bir ip germişti. Herhangi bir dilenci geldiği zaman kalkıp vermek istediği şeyi sepetten çıkardıktan sonra ipi tuta tuta kapıya varır ve kendi eliyle o şeyi dilenciye verirdi. Çocukları ona,
"Sen niçin yoruluyorsun? Senin yerine bu işi biz yapabiliriz" derlerdi. O da,
333 Buhârî, Vesâyâ, 14.
334 Münâfikûn 63/10.
"Hz. Peygamber'den (s.a.v),
'Kişinin kendi eliyle fakirlere vermesi, onu kötü durumlara düşmekten korur ve kötü ölümle ölmekten bertaraf eder'diye buyurduğunu işitim" derdi.335
Amr el-Leysî anlatıyor:
Vasile b. Eska'nın yanında idik. Derken bir dilenci geldi. Vasile bir parça ekmeğin üzerine bir kuş etini koydu ve kalkıp kendi eliyle dilenciye verdi. Ona,
"Çocukların içinde bu işi senin yerine görecek kimse yok mu?" dedik. Vasile,
"Vardır. Fakat kim herhangi bir yoksula kendi eliyle sadaka verirse, yosulun yanına varıncaya kadar attığı her adım başına bir günahı ve yoksulun yanına varıp sadakayı onun eline koyunca da on günahı silinir" dedi.336
İSTEYENE SURAT ASMAMAK
Kapıya gelen şahsı güler yüzle karşılamalı, dilenmesini ihtiyacına yormalıdır. İhtiyacı vardır, deyip surat asmamalı, kovmamalıdır. Bu işin ticaretini yapıyor, diye kırmamalı, boş çevirmemelidır. Zira Resûl-i Ekrem (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Bazı yoksullar yalan söylememiş olsalardı onlardan birini eli boş çeviren asla iflah olmazdı!"337
335Taberânî, el-Mu'cemü'l-Kebîr, nr. 3228; Heysemî, ez-Zevâid, 3/112.
336Kandehlevî, Hayâtü's-Sahâbe, 2/260.
337Taberânî, el-Mu'cemü'l-Kebîr, 20/33 nr. 7967; Süyûtî, Câmiu's-Sagîr, nr. 7515.
İsa da (a.s) şöyle diyordu: "Bir dilenciyi eli boş gönderenin evine melekler yedi gün girmez."
Bu, imkânı olduğu halde dilencinin yüzüne kapıyı kaatanlara yönelik bir cezadır, imkânı olmayanlar için böyle bir şey söz konusu değildir.
Mühelleb b. Ebû Sufra çocuklarına şu öğüdü veriyordu: "Sabah ve akşam kapınıza gelen her fakirin muhtaç olduğunu biliniz, böyle bir fakiri istemeye muhtaç bırakmadan ona veriniz. Sabahleyin ve akşamleyin gelmek istemek için yeterlidir."338
Ma'n b. Zaide (r.a) der ki: "Ne zaman bir dilenciyi geri çevirmişsem bilâhare hatalı olduğumu anlamışımdır."
Büyüklerimiz kendilerine doğru bir dilencinin geldiğini gördüklerinde sevinir ve, "Ücret istemeden âhirete azıklarımızı taşıyacak olan ve bizlerin üzerinden bizi Rabbimiz'e ibadetten alıkoyan şeyleri alan hoş gelmiş, sefa gelmiş!" derlermiş.
Bakın Fudayl b. İyâz ve İbrahim b. Edhem ne diyorlar: "Ne mutlu dilencilere ki azıklarımızı ücretsiz olarak âhirete götürüveriyorlar. Hatta huzur-ı ilâhiyyede mizana konuluncaya kadar taşıyorlar."339
Yine büyüklerden biri de, "Yahu dilenciler ne iyi adam-lardır; kapıyı çalarlar: 'Yok mu âhiret için azık göndermek isteyen' derler" demiştir.
338 Şa'rânî, Tenbîhü'i-Muğterrin, s. 350.
339 Ebû Nuaym, Hilyetü'l-Evliyâ, 8/32.
Hz. Mevlânâ (k.s) ise şunu söylüyordu: "Fakire verilen, daha onun eline geçmeden Allah'a ulaşır."
Süfyân-ı Sevrî (k.s) kapısında bir dilenci gördüğünde duygulanır ve, "Günahlarımı yıkamaya gelen buyursun" dermiş.340
İbrahim b. Edhem zâhidlik yoluna intisap etmeden önce kendisine gelen dilenciyi ailesinin yanına götürür ve, "Mezardakilerin elçisi geldi, ölülerinize bir şey göndermek ister misiniz?" dermiş.341
İmam Hüseyin'in oğlu Zeynelâbidîn'e bir şey istemek üzere bir fakir gelse çok güzel karşılar, geldiği için memnun olur, iltifat eder, "Merhaba sana, hoş geldin. Bana âhireti kazandırmaya geldin" derdi.342
Enes b. Mâlik (r.a) anlatıyor: "İsrâiloğulları zamanında dilencinin biri bir mescide girerek bir şeyler ister ama kimse kendisine bir şey vermez. Derken adam oracıkta ölüverir. Kendisini kefenlerler, dualarını yapıp gömerler. Mescide döndüklerinde sardıkları kefeni mihrapta görürler. Üzerine de şöyle yazılmıştır: "Kefeniniz yüzünüze çarpılmıştır, Rab Teâlâ sizlere kızgındır."343
340 Şa'rânî, Tenbîhü'l-Muğterrin, s, 370.
341 Şa'rânî, Tenbîhü'l-Muğterrîn, s. 371.
342 İbnü'l-Cevzî, Sıfatü's-Safve, 1/449; Şa'rânî, Levâkıhu'l-Envâri'l-Kudsiyye, s. 139.
343 Şa'rânî, Tenbîhü'l-Muğterrîn, s. 371.
Sadaka Vermenin Bereketi
Ebû Hüreyre (r.a) bildiriyor: Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurdular:
Bir adam boş bir arazide giderken bulut içinden gelen bir ses işitti:
"Falancanın bahçesini sula!" diyordu. O bulut uzaklaşarak suyunu bir ketire (kayalığa) boşalttı. Derken oradaki sel yollarından biri bu suların tamamını akıtmaya başladı. Adam da suyun istikametini takiben yürüdü. Bir müddet sonra, suyu bahçesine çevirmek üzere elinde bir kürek, çalışan bir adam gördü. Ona,
"Ey Allah'ın kulu, ismin ne?" diye sordu.
"Falan" dedi. Bu isim, adamın buluttan işittiği isimdi. Bu sefer o sordu:
"Ey Allah'ın kulu, peki sen benim adımı niye sordun?"
"Ben sana şu suyu getiren buluttan bir ses işitmiştim, senin ismini söyleyerek,
'Falanın bahçesini sula!' diyordu. Sen bahçede ne yapıyorsun?"
"Mademki sordun, söyleyeyim. Ben bu bahçeden çıkan mahsule nezaret ederim. Ondan çıkan mahsulün üçte birini tasadduk ederim. Üçte birini ben ve ailem yeriz, üçte birini de bahçeye iade ederim" dedi.344
344 Müslim, Zühd, 4 (nr. 45).

CÖMERTLİK

Cömert, eli açık, ikram eden, yardımı seven ve verdikçe sevinen kimsedir.
Cömertlik, Allah rızâsından başka hiçbir gaye gütmeden, sahip olduğu bütün imkânları başkası ile paylaşmaktır.
Cömertlik, karşılıksız sevmek ve bir şey beklemeden vermektir.
Cömertlik, kendisi üzerine borç olmadığı halde başkalarına ikramda bulunmaktır.
Cömertlik, Allah rızâsı için kendinden başkasına iyilik ve hizmet etmektir.
Cömertlik, almaktan değil vermekten hoşlanmaktır.
Cömertlik, Hak Teâlâ'nın Rahman ve Rahîm sıfatlarının özel tecellisine mazhar olmaktır.
İnsanların en cömerdi, Allah Teâlâ'nın hukukuna riayet edip emirlerini ve yasaklarını yerine getirendir. En cimrisi de bunlara riayet etmeyendir. Etrafına çok para ve mal dağıtsa bile.
"Cömertlik nedir?" diye sorulunca Süfyân b. Uyeyne (rah) şu cevabı vermiştir: "Dostlara ve sevdiklerine iyilik ve ikramda bulunmaktır."305
Hikmet ehli büyükler şöyle demişlerdir: "Cömert, kendi malıyla halka bağışta bulunan, başkasının malında ise gözü olmayandır."
Tabiînin büyüklerinden, Ehl-i beytin imamlarından ve Hz. Hüseyin'in oğlu olan İmam Zeynelâbidîn (rah) demiştir ki:
"Hakiki cömert, Allah'a itaat eden, kulların haklarını gözeten, yaptığı iyiliği Allah için yapıp karşılığında insanlardan teşekkür beklemeyendir."
Hz. Ali'ye göre cömert, kötülük yapana iyilikle karşılık vermektir.
Ebü'l-Kasım el-Mukrî (k.s) demiştir ki: "Cömert, yaptığı iyiliği hatırlayan değildir. Asıl cömert verdiğinden utanan, onu az gören, söylemek ve hatırlamaktan sıkılan kimsedir."
Hakîm et-Tirmizî (k.s) der ki: "Asıl cömertlik, Allah için, nefsiyle mücadele ederek onu hak üzere tutmaktır."
Muhammed b. Aliyyân en-Nesevî (k.s) ise cömert sûfîyi şöyle tanıtır: "Cömert, cömertliğini küçük görmedikçe ve onu kabul edeni kendinden üstün görmedikçe gerçek sûfî olamaz."306
305 Gazâlî, İhya, 3/1787.
306 Sülemî, Tabakatü's-Sûfiyye, s. 414.
Ebû Hamza el-Bağdâdî (k.s) der ki: "Cömertlik varlıklının yoksula vermesi değil, yoksulun varlıklıya vermesidir." 307
Ma'rûf-i Kerhî (k.s) şöyle der: "Cömertlik sıkışık ve zor zamanlarda, çok ihtiyaç duyduğun şeyi verebilmendir."308
CÖMERTLİĞİN DERECELERİ
İslâm âlimleri, cömertliğin farklı derece ve isimleri olduğunu belirtmiş ve bunu şöyle sınıflandırmışlardır.
Sehavet. Malının bir kısmını dağıtarak yapılan cömertlik. Bu, cömertliğin asgari derecesi olarak kabul edilir. Bir kul, farz ve vacip olan ma!î ibadetleri yerine getirirse cimrilikten kurtulmuş olur. Görüldüğü gibi cömertliğin ilk basamağı, farz olan malî ibadetleri yerine getirmektir.
Cûd. Malının çoğunu dağıtıp, geriye azını bırakarak yapılan cömertlik. Hz. Ebû Bekir'in (r.a) çoğu zaman cihad için yaptığı yardım gibi. Bu, bir müminin, diğer bir mümin kardeşini kendi nefsi gibi görüp gözetmesi, kendisi için sevdiği hayırları onun için de istemesidir.
İsâr. Kendi için gerekli olan bir şeyi, zarar ve sıkıntılara katlanarak kendisi kullanma yerine, başkalarının istifadesine sunmak suretiyle yapılan cömertlik. Bunun misali, Medineli müslümanların (ensar), Mekkeli muhacirleri şehirlerine davet edip onları her şeylerine ortak ederek Allah Teâlâ'nın övgü ve rızâsını kazanmalarıdır.
307 Sülemî, Tabakatü's-Sûfiyye, s. 298.
308 Ebû Nuaym, Hilyetü'l-Evliyâ, 8/367.
Ariflerden Şems-i Tebrîzî (k.s), cömertliği dört kısma ayırır:
1. Mal cömertliği. Bu, zâhidlere, dünyaya kıymet ver meyenlere mahsustur. Onlar malı verirler, marifeti yani Al lah Teâlâ'yı tanımayı alırlar.
2. Beden cömertliği. Bu, müctehid olan âlimlere mah sustur. Onlar da Allah Teâlâ'nın yolunda vücutlarını har carlar ve hidayeti alırlar.
3. Can cömertliği. Bu, şehidlere mahsustur. Onlar canlarını vererek cenneti alırlar.
4. Kalp cömertliği. Bu, ariflere mahsustur. Onlar gönül vererek muhabbeti alırlar.
İmam Mâverdî şöyle diyor: "İçten bir istekle yapılan iyilik ve cömertlik iki çeşittir:
Birincisi, kendisinden istenmeden sırf cömerdin gönlünden gelen kuvvetli bir iyilik duygusu ile yapılan cömertliktir.
İkincisi, bir kimsenin isteği üzere yapılan iyilik ve cömertliktir. Bunlardan da birincisi ikincisinden daha yüksektir." 309
Hz. Ali'ye, "Cömertlik nedir?" diye sorduklarında şu cevabı vermiştir:
"İstemeksizin kendiliğinden yapılan iyilik cömertliktir. İstedikten sonra verilen utanmadır, cömertlik değildir. Çünkü isteyici istemeseydi vermeyecekti. Ne yapsın ki mal sahibinden istedi, onu utandırıp vermeye mecbur etti."310
309 Mâverdî, Edebü'd-Dünyâ ve'd-Dîn, s. 178.

310 Mâverdî, Edebü'd-Dünyâ ve'd-Dîn, s. 178.
CÖMERTLİĞİN ÖNEMİ
Gerek Kur'an'da gerekse sünnette cömertliğin ilâhî bir sıfat ve peygamberlerin de sahip oldukları üstün bir fazilet olarak kabul edilmesi, cömertliğin ne kadar önemli bir ahlâk olduğunu göstermektedir.
Cömertlik, Hak Teâlâ'nın sıfatlarından biridir. Bütün Allah dostları cömerttir. Başta Hz. Peygamber olmak üzere bütün peygamberler, ashâb-ı kiram ve Allah dostları bu güzel ahlâkla ahlâklanmışlardır.
Hz. Âişe'nin (r.ah) rivayetinde Resûl-i Ekrem (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Allah Teâlâ bütün velîleri cömert ve güzel ahlâklı kılmıştır."311
Görüldüğü gibi bir insanın hem Allah dostu hem de cimri olması düşünülemez. Zira cimriler ancak Hak Teâlâ'nın nazarında hiç itibarı olmayan kişilerdir. Yüce Allah'ın dostları bencil ve cimri olamazlar. O'nu tanıyan ve gerçek dostluğuna adım atan bir müminin artık kalbi katı, eli sıkı, yüzü asık, kaşı çatık, gönlü kin ve intikam içinde olması mümkün değildir.
Mümin, âlemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Muhammed'i (s.a.v) kendisine örnek almıştır. Peygamber Efendimiz (s.a.v) cömertlik ahlâkında zirvedir. O, müminlerden de cömertlik istemektedir. Onu tanıyan ve gerçekten seven bir müminin cimri olması, fakirlikten korkması, dünyayı baş tacı edinmesi asla düşünülemez.
311 Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ, 2/166 (nr. 2200).
Cömertlik Allah'ı sevenlerin, âşıkların süsü ve nişanıdır. Hasislik ise değersiz olanların hastalığıdır, lekesidir.
Cömertlik içerisine her güzelliği alan sıfatların anahtarıdır.
Cimrilik İse içerisine her kötülüğü alan seviyesizliklerin anahtarıdır.
Cömertlik Hak âşıklarının ahlâkıdır. Cömertlerin kalbi cennet gibi güzeldir, huzurludur, sevgi doludur. Kalpleri neşe yurdudur. Çünkü bu kalp Allah sevgisiyle beslenmiş ve süslenmiştir. Artık o hiçbir hayra doymaz. Böyle bir kalp sahibine de doyum olmaz.
Mutluluğun aslı karşılıksız sevmektedir. Sevgisiz kalp ölmüş sayılır, Sadece kendisini sevenler mutlu olamazlar.
Allah ve Resûlü'nü sevdiğini söyleyip de haline rıza göstermeyen, sıkıntıya sabretmeyen, günlük rızıkla yetinmeyen, yetimleri gözetmeyen, fakirleri sevmeyen, elindeki maldan ve imkândan başkalarına ihsan etmeyen kimse, sevgisinde yalancıdır.
CÖMERT OLABİLMEK
İslâm ahlâkına göre cömert olabilmek için başkalarına yardım etmek yeterli değildir. Minnet yüklemek, başa kakmak suretiyle fakire ezadan, riyadan ve nifaktan sakınıp Allah rızâsını gözeterek cömertlik yapmak gerekir.
Allah yolundan ayrılmayan biri olabilmemiz için gönül hoşluğuyla, gücümüzün yettiği kadarıyla en iyisinden vermek âdetimiz, huyumuz olması gerekir.
Cömertlik vasfının elde edilebilmesi için, yardımın gönüllü olarak yapılması,312 karşılığında hizmet, övgü, mükâfat beklenilmemesi,313 yardım edileni rencide edebilecek davranışlardan kaçınılması,314 yapılan yardımın sahibi katında üstün bir değeri olması315 şarttır.
Cömertler, hiçbir kimsenin zorlaması olmadan ihsanda bulunmayı can ve gönülden ister. Rızkı veren Allah'tır. 316 düşüncesiyle hareket ettiklerinden kalpleri de temiz ve zengindir.317 Kendi varlıklarıyla, her ne suretle olursa olsun başkalarına faydalı olmaya çalışırlar. Allah Teâlâ'nın kendilerine fazi ve kereminden verdiğine ve bunlarda da muhtaçların hakkı olduğuna inanırlar. 318 Cömertliği kul hakkının temeli sayarlar. Kendi haklarını affederler. Kendi ihtiyaçlarını düşünmeden başkasının ihtiyaçlarını gidermeye çalışırlar. Hatta zaruri ihtiyacı olan bir şeyi, başka birine vermeyi tercih ederler.
Başa kakmak ve eziyet etmek suretiyle sadakasını ifsat etmemelidir. Nitekim Hak Teâlâ,
"Sadakalarınızı minnet ve eziyetle heder etmeyin"319
buyurmuştur.
Müfessirler "menn" ve "eza" kelimelerinin mânasında ihtilâf etmişlerdir. Bazıları "menn" verdiği sadakayı anmak,
312 bk. Haşr 59/5; Hadîd 57/11-18; Mâide 5/13.
313 bk. İnsan 76/8-10.
314 bk. Bakara 2/263-264.
315 bk. Âl-i İmrân 3/92.
316 Neml 27/64; Zâriyât 51/58.
317 bk. Leyl 92/17-20.
318 bk. Hûd 11/6.

319 Bakara 2/264.
"eza" onu aşikâre vermektir dediler. Süfyân-ı Sevrî, "Menn edenin sadakası fâsid olur" dedi. "Menn nasıl olur?" diye kendisine soranlara da, "Verdiği sadakayı konuşup şunu verdim, bunu verdim, diye söylemekle olur" demiştir. Diğer bazıları da "menn" sadaka verdiği adamı işinde çalıştırmak, "eza" da onu fakirlikle ayıplamaktır, dediler. Daha başkaları da "menn" sadaka verdiği adama karşı kibirlenme, "eza" saile ağır söz söyleyip tahkir etmektir, dediler.320
Hz. Âişe ve Ümmü Seleme, saile bir şey gönderdikleri vakit, götürene sailin ne gibi dua ettiğini ezberlemesini tembih ederler ve kendileri de saile aynı şekilde dua ederlerdi. Ve duamız onun duasına karşılık olsun, sadakamız karşılıksız kalsın, derlerdi. Sadakaya karşılık olur, diye fa-kirden dua beklemezlerdi. Çünkü dua, sadakaya karşılık gibi olur. Bu sebepten sailin duasını misliyle karşılarlardı. Hz. Ömer ve oğlu Abdullah da böyle yaparlardı.321
Araplar'ın güzel bir sözü vardır. Derler ki:
"İhsanda bulun, fakat başa kakma ki yaptığın iyilik aslında kendinedir. Hayırlı bir iş görürsen sonunda ondan yine sen istifade edeceksin."322
Anlatıldığına göre Müverrik el-İclî, arkadaşlarına iyilik yapma konusunda çok ince bir usul takip ediyordu. Onlara (emanet bırakıyormuş gibi) 1000 dirhem vererek, "Ben size gelene kadar bu sizin yanınızda kalsın" derdi. Daha
320 bk. Gazâlî, İhya, 1/393.
321 Zemahşerî, Keşşaf, 4/196; Gazali, İhya, 1/395; Bursevî, Rûhu'l-Beyân, 10/266.
322 Şeyh Sa'dî, Gülistan, s. 257 (tercümesi, s. 166).
sonra kendilerine bir adam göndererek, "O paradan serbestçe kullanın, size hadiyedir" derdi.323
Mevlânâ Câmî anlatıyor: Cömert birine sormuşlar:
"Fakirlere ve muhtaçlara verdiğin, dağıttığın şeylerden ötürü gönlüne kibir geliyor, onları kendine minnettar görüyor musun?" Cömert,
"Kesinlikle hayır. Ben kendimi aşçının elindeki kepçe gibi görüyorum. Verilen kepçeden geçse de veren aşçıdır. Kepçe, 'Rızkı veren benim' gibi bir hisse kapılabilir mi?" demiş.

323 Kuşeyrî, Risale, s. 248.