28 Kasım 2007 Çarşamba

HZ. PEYGAMBERİN (s.a.v) YÜKSEK TEVAZUU

Bütün güzel ahlâkların zirvesinde Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v) bulunmaktadır. Tevazu ahlâkında da böyledir. Ebû Seleme, Ebû Saîd el-Hudrî'ye,
"Şu insanların icat ettikleri elbise, yemek içmek ve binitlere ne dersin?" diye sordu. Ebû Saîd (r.a),
"Yeğenim, Allah için ye, iç, giy. Şayet bunlara kendini beğenme, övünme, gösteriş ve israf karışırsa, İşte günah olan budur. Ev işlerinde de Resûl-i Ekrem'in (s.a.v) yaptığı gibi yap.
O, devesini bağlar, ona yiyecek verir, evini süpürür, tanzim eder, koyun sağar, ayakkabı tamir eder ve elbisesini yamardı. Hizmetçisi ile yer, ona yemek hazırlar, pazardan malzeme alır, eve getirirdi. Zengin ve fakir ile sohbet eder, küçük büyük ayrım yapmazdı. Siyah beyaz, hür köle farkı gözetmeden müslüman olan -küçük olsun büyük olsun- karşılaştığı herkesten önce selâm verirdi.
Evinden çıkış ve eve girişlerde ayrı ayrı elbise giymez, davete gitmek için özel olarak süslenmezdi. Her zaman hali güzel ve temizdi. Sadece hurma da olsa davet edildiği şeyi küçümsemezdi. Sabah için akşamdan, akşam için sabahtan yiyecek hazırlamazdı. Geçimi kolay, ahlâkı yumuşak, tabiatı hoş, geçimli, güler yüzlü, mütebessim çehreli, asık surata varmayan mahzun duruşlu, sertliğe varmayan ağır başlı idi. Zillete düşmeyen tevazuya, israfa varmayan cömertliğe sahipti. Yakınlarına ve bütün müslümanlara karşı merhametli ve yumuşak kalpliydi. Daima önüne bakarak yürürdü. Hiçbir vakit midesini tamamen doldurmaz, yiyeceğe elini hırs ve tamahla uzatmazdı."
Ebû Seleme (r.a) diyor ki: "Hz. Âişe'ye gittim. Resûl-i Ekrem'in zühdü hakkında Ebû Saîd'in anlattıklarını naklettim. Hz. Âişe,
"Ebû Saîd bir santim yanılmadı, belki biraz da kısa anlattı. Zira o sana, onun hiç yemekten doymadığını, bundan hiç kimseye şikâyet etmediğini, aç yattığı halde yiyecek bulamayınca oruca niyet ettiğini, fakirliğin zenginlikten kendisi için daha sevimli olduğunu, isteseydi dünyanın şarkına ve garbına mâlik olabileceğini anlatmadı.
Çok defa çektiği açlığa dayanamayarak kendim ağlar, elimle karnını sıvazlardım ve kendisine, 'Ne olur, hiç olmazsa, yetecek kadar dünyalık temin etsen olmaz mı?' dediğimde, 'Peygamber olan kardeşlerim benden çok daha büyük eziyetler çekmişler. Onlar, o halleriyle Rab'lerine ulaştı ve yüksek mevkiler elde ettiler. Ben dünyada refaha ulaşıp âhirette onlardan düşük mevkide kalmaktan utanırım. Ebedî hayatta mesut olmak için şurada birkaç gün sıkıntı çekerim. Bütün gayem ve emelim, kardeşlerime vasıl olmam, ulaşmamdır' dedi."
Hz. Âişe şöyle devam etmiştir: "Bu konuşmayı müteakip bir hafta geçmeden ebediyete intikal etmiştir."
Kâinatın Efendisi şöyle buyurmuşlardır:
"Allah Teâlâ beni, fakir bir peygamber olmakla sultan bir peygamber olmak arasında serbest bıraktı. Hangisini tercih edeyim, diye biraz düşündüm. O esnada Cebrail (a.s) yanımdaydı, hangisini tercih edeyim, diye ona baktım; o da, 'Allah'a karşı tevazu göster' dedi, fakir olarak peygamberliği tercih etmemi işaret etti, ben de Allah'tan onu istedim."215
Cerîr'den (r.a) rivayet edildiğine göre bir adam Hz. Peygamberin (s.a.v) huzuruna geldi. (Onu görür görmez vücudu) sarsılmaya başladı. Resûlullah (onu sakinleştirmek için) şöyle dedi: "Rahat ol. Ben hükümdar değilim. Ben sadece kurutulmuş et yiyen Kureyşli bir kadının oğlu-yum."216
215 Heysemî, ez-Zevâid, nr. 14209, ibn Kesîr, Şemâilü'r-Resûl, s. 86, Begavî, el-Envâr fî Şemâili'n-Nebî, 1/317; Beyhakî, Delâilü'n-Nübüvve, 1/334.
216 İbn Mâce, Et'ime, 30 (nr. 3312); Taberânî, el-Mu'cemü'l-Evsat, nr. 1282; Hâkim, el-Müstedrek, 2/466; Heysemî, ez-Zevâid, nr. 14220; Begavî, el- Envâr fî Şemâili'n-Nebî, 1/313.
Ashâb-ı kiramdan Urve (r.a) anlatıyor: Bir adam Hz. Âişe'ye, "Resûlullah (s.a.v) evinde iş yapar mıydı?" diye sordu. Hz. Âişe, "Evet, ayakkabısını tamir eder, sizden birinin elbisesine yaptığı gibi elbisesini dikerdi" dedi.217
İbn İshak, Hz. Ebû Bekir'in oğlu Abdullah'ın şöyle dediğini nakleder: "Resûlullah (s.a.v) Mekke fethinde Allah'ın kendisine ikramda bulunup yücelttiğini görünce, tevazuundan dolayı başını eğiyordu. O kadar ki neredeyse sakalı bineğinin sırtına değiyordu."218
Hz. Enes (r.a) nakleder: Bir adam Hz. Peygamber'e (s.a.v), "Ey Efendimiz ve Efendimizin oğlu!" diye hitap edince, "Böyle söylemeyiniz! Şeytan sizi hevâ ve hevese kaptırmasın. Ben sadece Abdullah'ın oğlu Muhammed ve Allah'ın resulüyüm" diye cevap verdi.219
TEVAZU SAHİPLERİNİN AHLÂKI
Hz. Peygamberin medresesinden yetişen ashabı da onun yolunu tutmuştu. Onun gibi sade ve mütevazi yaşarlardı.
Hz. Ebû Bekir (r.a), önceleri ticaretle uğraşıyor, çarşıya inip alışveriş yapıyordu. Ayrıca koyun sürüsü vardı ve zaman zaman onlarla meşgul oluyordu. Bazan mahallesindeki yardıma muhtaç kimselerin koyunlarını sağıyordu. Halife olup kendisine biat edildiği zaman, daha önce ko-yunlarını sağdığı bir ailenin kızı,
217 Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 6/121; Begavî, el-Envâr fî Şemâili'n-Nebî, 1/300; Beyhakî, Delâilü'n-Nübüvve, 1/328; Kandehlevî, Hayâtü's-Sahâbe, 3/48.
218 Kandehlevî, Hayâtü's-Sahâbe, 3/49.
219 Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/153.
"Artık bundan sonra koyunlarımız sağılmaz!" diyerek hayıflandı. Kızın sesini işiten Hz. Ebû Bekir (r.a),
"Hayır, vallahi davarlarınızı sağmaya devam edeceğim. Üzerime aldığım bu işin daha önceki ahlâkımı değiştirmeyeceğini ümit ediyorum" diye kızı teselli etti ve halife iken de mahallenin koyunlarını sağmaya devam etti. Hatta bazan koyunlarını sağdığı kimselere,
"Nasıl istersiniz, sütü köpüklü mü sağayım, köpüksüz mü olsun?" diye sorar, onlar nasıl isterse öyle sağardı. Daha sonra bulunduğu mahalleden Medine'nin merkezine taşındı. Ticaret işiyle halifeliğin beraber yürümediğini görünce, ticareti bıraktı, bütün vaktini müslümanların hizmet ve idaresine ayırdı. Devlet hazinesinden kendisine ve ailesine yetecek miktar maaş bağladı. Vefat edeceği sırada, elinde biriken bütün malını devlet hazinesine geri teslim etti. Üzerinde müslümanların mallarından hiçbir şey kalmasın dedi. Bu duruma şahit olan Hz. Ömer (r.a),
"Ebû Bekir peşinden gelenlerin işini zorlaştırdı, onun gibi kim yapabilir?" dedi.220
Hz. Ömer (r.a) Şam'a gelince, Ebû Ubeyde b. Cerrah hazretleri, emrinde olanlarla birlikte onu karşıladı. Halife Ömer devesinden indi. Yerine kölesini bindirdi. Çünkü kölesi ile nöbetleşe biniyorlardı. O saat, binme sırası köleye gelmişti. Kendisi yuları tuttu, su kenarından geçerken mestlerini çıkardı. Ayaklarını suya soktu. Şam ordusunun kumandanı olan Ebû Ubeyde,
220 İbn Sa'd, Tabakatü'l-Kübrâ, 3/167; Kandehlevî, Hayâtü's-Sahâbe, 3/56; İbnü'l-Cevzî, Sıfatû's-Safve, 1/114.
"Yâ halife! Böyle ne yapıyorsun? Bütün Şamlılar, bilhassa Rumlar, müslümanların halifesini görmek için toplandılar. Sana bakıyorlar. Bu yaptığını beğenmeyecekler" deyince Hz. Ömer,
"Yâ Ebû Ubeyde! Senin bu sözün, burada toplananlar için çok zararlıdır. İşitenler insanın şerefini, vasıtaya binmekte ve süslü elbise giymekte sanacaklar. Şerefin, müslüman olmakta ve ibadet yapmakta olduğunu anlamayacaklar. Bizler bir zamanlar düşük insanlardık. Allah Teâlâ müslüman yapmakla bizleri şereflendirdi. Cenâb-ı Hakk'ın verdiği bu lezzetten, bu şereften başka şeref ararsak, Hak Teâlâ yine bizi zelil eder, her şeyden aşağı eder. İzzet İslâm'dadır. İslâm'ın ahkâmına uyan aziz olur. Bu ahkâmı beğenmeyip izzeti, huzuru, saadeti başka şeylerde arayan zelil olur" dedi.
Medine valisi olan Ebû Hüreyre (r.a) odun demeti taşıyordu. Muhammed b. Ziyâd onu tanıyarak, yanındakilere, "Yol verin, emîr geliyor" dedi. Onu gören gençler, valinin böyle tevazuuna hayret ettiler.221
Bir gün Kureyş, asaletleriyle övünmeye başladılar. Bunları dinleyen Selmân, "Benim övünecek bir tarafım yok. Çünkü nutfeden yaratıldım. Sonunda da kokmuş bir leş haline geleceğim. Sonra da kıyamet günü terazi başına gideceğim. Sevabım ağır gelirse iyi insanım, günahım ağır gelirse kötü insanım" dedi.222
Hısn bölgesinden gelen iki kişi yolda Selmân-ı Fârisî hazretlerine rastladılar; selâm verdiler. Niyetleri bu büyük
221 Kuşeyrî, Risale, s. 148.
222 Gazâlî, İhya, 3/1951; Kimyâ-yı Saadet, s. 550; Necmeddin Erbîlî, Hulâsatü'l-Mevâhib, s. 24
.
sahabeyi görmek ve ziyaret etmekti, fakat onu tanımıyorlardı. Kendisine,
"Biz, Selmân adında bir zatı arıyoruz, tanır mısınız?" diye sordular, o da,
"Selmân benim" dedi. Adamlar şaşırdı. Aradıkları Selmân'ın o olmadığını düşünerek,
"Biz, Allah Resulü Muhammed Mustafa Efendimizin (s.a.v) ashabı olan Selmân-ı Fârisî'yi arıyoruz" dediler. O da tekrar,
"Evet, Selmân-ı Fârisî benim. Ama onun gerçek ashabından olabildim mi bilemem!..." dedi.
Bu sözler üzerine gelenler aralarında,
"Galiba bizim aradığımız kişi bu değil, gidelim" dediler.
Onlar gitmek üzere harekete geçtiklerinde Selmân-ı Fârisî (r.a) onlara şu sözlerle kendini tanıttı:
"Selmân-ı Fârisî benim. Allah Resûlü'nü gördüm. Onun meclisinde bulundum. Kendisiyle sohbet ettim. Ancak size şunu söyleyeyim; kim Muhammed aleyhisselâmla cennete girmeye hak kazanırsa işte o insan, Peygamberimizin gerçek ashabından sayılır."223
Hz. Ömer'in hilâfeti döneminde Arabistan'da kıtlık olmuştu. Halk açlık ve sıkıntı içerisindeydi. Yiyecek sıkıntısı vardı. Hz. Ömer halife idi. Her şeyi bulabilirdi. Fakat o da halk gibi sıkıntılara katlanmış ve, "Ey Rabbim, benim kusurlarım yüzünden ümmet-i Muhammedi mahvetme!" diye dua etmiştir.
223 Necmeddin Erbîlî, Hulâsatü'l-Mevâhib, s. 24.
Hz. Ömer halkın açlık ve sıkıntı içerisinde olmasından dolayı çok üzülüyordu. Kölesi Eslem onun bu durumunu şöyle ifade etmektedir: "Kıtlığın şiddeti azalmamış olsaydı Ömer, fakirlerin halinden dolayı duyduğu üzüntüden mutlaka ölürdü."
Urve b. Zübeyr'in (r.a) rivayetine göre Ömer b. Hattâb hazretlerini, omuzunda bir kırba su taşırken gördüm. Kendisine, "Ey müminlerin emîri, bu sana yakışmıyor" demem üzerine bana şu karşılığı verdi: "Heyetler, emîr dinleyip itaat ederek bana geldiklerinde nefsim gururlandı. O gururu kırmak için böyle yaptım."224
Abdullah-ı Rûmî dedi ki: "Hz. Osman geceleyin kimseden yardım istemeksizin abdestini kendisi alırdı. Kendisine, "Hizmetçilerinden birine emir versen de sana yardım etseler' dediklerinde, 'Hayır, olmaz. Gece onların hakkıdır. Geceleyin istirahat etmelidirler' demişti."225
Ebû Kılâbe'den rivayet edildiğine göre, bir adam Selmân-ı Fârisî hazretlerinin yanına gitti. Hamur yoğurmakta olduğunu gördü."Bu ne hal?" diye sorunca Selmân (r.a), "Hizmetçiyi bir işe gönderdik. Hem o işi hem de bu işi yapmasını uygun görmedik" şeklinde cevap verdi.226
Ömer b. Abdülaziz (r.a) konuklarına bizzat hizmette bulunduğu gibi kandilinin yağını da kendisi değiştiriyordu. Recâ b. Hayve anlatıyor: Bir gece Ömer b. Abdülaziz'in sohbetinde bulundum. Bir ara kandil söndü. "Ey müminlerin emîri, şu hizmetçiye sesleneyim de gelsin yeniden yak-
224 İbn Kayyim el-Cevziyye, Medâricü's-Sâlikîn, 2/314.
225 Kandehlevî, Hayâtü's-Sahâbe, 3/55.
226 Ebû Nuaym, Hilyetü'l-Evliyâ, 1/201; Kandehlevî, Hayâtü's-Sahâbe, 3/60.
sın" dedim. "Hayır, bırak da uyusun. Ona iki iş yaptırmak istemiyorum" dedi. "Ben kalkıp yaksam" dedim. "Olmaz! Misafiri çalıştırmak mürüvvete sığmaz" dedi ve kalkıp kandili onardı, içine yağ doldurup yaktı. Sonra da gelip oturdu ve, "Kalkarken de Ömer'dim, otururken de Ömer'dim" dedi.227
Ahmed er-Rifâî hazretleri bir gün talebelerine,
"İçinizde kim bende bir ayıp görüyorsa bildirsin" dedi. Müridlerden biri,
"Efendim, sizde büyük bir ayıp var" diye cevap verdi. Ayıbını talebesine soracak kadar kendini aşmış bu mütevazı insan hiç kızmadı, talebesi böyle söylüyor diye üzülmedi, belki sadece ayıbından kurtulabilmek ümidiyle sordu:
"Söyle kardeşim, o ayıbım nedir?" Talebe gözleri dolu dolu,
"Bizim gibilerin size talebe olması" dedi. Bu sözler gönüllere çok tesir etmiş, sohbette bulunan herkes ağlamaya başlamıştı. Ahmed er-Rifâî hazretleri de ağlıyordu. Bir ara sadece,
"Ben sizin hizmetçinizim, ben hepinizden aşağıyım" diyebildi.
Şuayb b. Harb anlatır: "Kabe'yi tavaf yaparken, biri dirseğiyle beni dürttü. Baktım ki Fudayl b. İyâz. Bana, 'Ey Ebû Salih! Eğer şu hac mevsiminde bu insanların içinde senden ve benden daha kötü bir insanın bulunduğunu düşünüyorsan, ne kadar kötü düşünüyorsun' dedi."228
227 Ahmed b. Hanbel, Kitâbü'z-Zühd, s. 293; Yâfiî, Neşrü'l-Mehâsin, s. 266; Gazâlî, İhya, 3/1970; Kimyâ-yı Saadet s. 562; Kuşeyrî, Risale, s. 147.
228 Kuşeyrî, Risale, s. 149; Yâfiî, Neşrü'l-Mehâsin, s. 266.

TEVAZU NE ile ELDE EDİLİR?
Ariflerden Hakîm-i Tirmizî (k.s) der ki:
"Tevazu, şu beş şeyi iyi yapmakla hâsıl olur ve elde edilir:
Birincisi, başlangıçta hangi şeyden yaratıldığını hatırlamak.
İkincisi, dünyaya geldikten sonra, muhtaç bir varlık olarak yaşadığını düşünmek.
Üçüncüsü, dünyada sayılı ömrünü tükettikten sonra, kokuşan bir leş ve sonra da toprak olacağını hatırlamak.
Dördüncüsü, zayıf ve âciz olduğunu, başına gelen en ufak bir sıkıntıdan kurtulmaya bile güç yetiremediğini düşünmek.
Beşincisi, Resûlullah'ın (s.a.v), 'Başlangıcı nutfe (meni), ortası, irin, kan, bevl (idrar) ve gaita, sonu kabrinde leştir' 229 hadis-i şerifini hatırlamak."
Ebû Hafs Haddâd en-Nîşâbûrî (k.s) der ki: "Gönlünde tevazunun bulunmasını isteyen bir kimsenin, sâlihlerin sohbetine katılması ve onlara hizmetten ayrılmaması lâzım gelir."230
Büyüklerden Ebû Süleyman ed-Dârânî (k.s) diyor ki: "Kul, nefsini tanımayınca tevazu edemez."
Katâde b. Numan (r.a) demiştir ki: "Elbise, servet, güzellik ve ilim gibi nimetler kendisine verilip de tevazu etmesini bilmeyenlerin bu varlıkları kıyamet günü kendilerine vebaldir."
229 bk. Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ, 1/26.
230 Sühreverdî, Avârifü'l-Maârif, s. 240.

Hiç yorum yok: